5 Temmuz 2012 Perşembe

Ufalan-Kaybol-İçerle-Ağlama-Kork-SUS

Yazıyorum-çiziyorum sonra siliyorum... Bunalıyorum bu uyuşuk koşuşturma içinde sil baştan tekrar yazmaya başlıyorum. İçinde volkanlar patlarken insan, kalbi gümbede güm güm atarken gebertecek kadar hızla ve manasızca içinde ki kavgalara tanık olan insanın yine içinde defalarca başkalarıyla kavgasını seyrediyorum. Üzgünüm evet ama en çok kızgınım, kırgınım... Neyi nedeni nasılı yok olmamalıda zaten biliyorum. Lakin söz geçiremiyorum. Ufalıyorum kendi kendime un ufak olup kaybolasım geliyor ve yine her gece aynı manzarayla kapatıyorum gözlerimi... Ah Allah'ım nasılda huzura erdiriyor insanı1koca ağacın tepesine asılı  uzaktan kendini seyredişi...

Çok sinirliyim kendimle kavga ediyorum kimseye bulaşamadığım ve asla beceremeyeceğim bulaşamamam sebebiyle. mide ve bağırsak ağrılarıyla uyanıyorum sabahları gün boyu hiç eksilmeden bekleyerek devam ediyor ağrılarım. Nedenini biliyorum en çokta buna içerliyorum yalan yok.

Sen yeter ki sus
Susuyorum... En çok konuşmam gereken yerde susuyorum. nasıl da can acıtıyor bu susmalar yaşamayan anlayamaz. Beynimi kemiriyor kelamlarım sabahtan başlayıp akşama kadar hatta yatana kadar beynimde konuşuyorum. Bu aralar genellikle kavga halinde buluyorum kelimelerimi, kiminde ise, laf anlatmaya çalışıyorum yaşamımda ki insanlara tek tek. yıllardır yeryüzünü işgal edipte bir tek nezaket, bir tek yaşam katamamışlara...He ara ara sorularla boğuşmaya çalıştığımı fark ediyorum. Misal; bir insanın telefonu niçin başkalarınca karıştırılır, başkaları yanıtlar? Veya başkalarının yatak odasına hurra girmek nasıl mümkündür? Özel yaşam denen kavramdan bu kadar yoksun olunması nasıl mümkün olur? Dedim ya sadece kendime soruyorum, kendimle kavga ediyorum, kendime anlatıyorum. Bundandır tek yanıtlayan, tek yorumlayan ve dinleyen yine kendim oluyor. Beynim şişmiş halde gece yatağa giriyorum. Sabah yine mide bağırsak savaşlarına gireceğimi bile bile!!! O kadar konuşma boşuna oluyor yani zira benden başkası duymuyorum ben sadece susuyorum.

Ağlamak ne büyük nimettir. Ulu orta her yerde ağlayanlara gıpta ediyorum. ağlayamıyorum! Her şeyi hazırlıyorum oysa, ortam ağlamak için ama o esnada biri geliveriyor, bir şey oluyor yahut telefondakine teselli zorunluluğu doğuyor. Olmuyor anlayacağın hep bir bahane çıkıyor şu zıkkım olası gözümden yaş akmıyor.

Korkuyorum. Sonu gördüğüm için, sustuğum için, daha önce koşmam gereken yerlere yürüdüğüm için, durmam gerekirken devam ettiğim için... Sorularımı aktaramadığım için çok korkuyorum.

Yalnızlık tek başına olmayı seçen insan için ne güzeldir. Ne büyük nimettir. Oysa gel de onlarca insan içinde  yapayalnız olana anlat bunu! Diğerlerini dinlemek, Şakalarına gülmek, hüzünlerine omuz olmak veya ağlamak.... Anlatamamak, hoş aslında galiba dinlemiyoruz dinliyormuş gibi yapıyoruz o kadar. "mış gibi yaşamlar" bizimkisi... eğlen, mutlu ol, güzel konuş, iyi dinleyici ol, arkadaş, eş, dost, sevgili, kardeş, anne-baba, evlat ol... Ama illede ol. Nasıl olduğu mühim değil. Zaten mühim olan sen değilsin ki! Mühim olan Ayşe Hanım ile Ahmet Bey! Gerisini boşver kendini boşver!

Ağla, hüzünlen, geber, acı çek... Ama kimseler görmesin. Hiç kimseye hissettirme, Yemek yeme mesala insanlara iki kilo fazlam var de savuştur başından kimse içini deşmez. Ama sen ev al, araba al, eşya al, pahalı mücevherler ol asıl sorun onlar herkes didiklesin, sende anlat, anlattıkça egon tavan yapsın gerindikçe gerin!!! Herşeyin "mış gibi" nasıl olsa sende sahtesin yaşamında, hava attıklarında, ezildiklerinde!!! İşte olay burada patlayıveriyor zaten. Madem diyorsun yalanın figüranlarıyız, tahtadan bacaklarımız toprağın dibini boylayacak iki dakika kusayım herşeyi.... Ama olmuyor işte, kusmuğun hep içinde birikiyor, seni toprağa götürene kadar....


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder