24 Mart 2012 Cumartesi

Masturbasyonel Ütopyalar

Freud bunlara ne derdi?
Sürekli twitter'den bahsettiğimin farkındayım. Bunun sebeplerinden biri son dönemde gündemi twiter'den takip ediyor oluşum. Özellikle ttler bu konuda çok yardımcı oluyor. Öyle ki ajansa düşmemiş olan haberler bile bir anda ilk ona girebiliyor. Haberin doğruluğunu anlamak için google'de gezinirken bile bulamadığım çok oluyor. Dolayısı ile, diyebilirimki; gündemi takip ettiğim ilk yer twitter. Bu gün yine haliyle twitterde, tt listesine bakarken Sibel Kekilli adını gördüm. Yeni film falan sandım yazılanları okurken hatunumuzun kendini %10 (nasıl birşeyse) hissettiğini söylemesine tepkiler yağıyordu. Bunu yaparkende nereden biliyorlarsa içinde olduğu porno filmlerden feyz alınıyordu. hatta öyleki porno yıldızı olmasından başlayan %10luk milliyetçilik çizgileri çizen insanların kalabalıklığı cidden göz yormakla kalmayıp beynin içine eden bir haldeydi.

Şimdi efendim bu kızımız porno filmlerde yer almış. İyi güzel sen bundan haberdar olup o kadar eleştiriyorsan, bu filmleri seyrediyor olmuş olma ihtimalin çok yüksek. Ha seyretmediysen ne halt etmeye elalemin gazına gelip tozu dumana yarış ettiriyorsun? daha öncede dediğime geliyoruz; Babam ananı keranede görmüş. Ulan o kadar namuslu da baban, ne işi var keranede? hadi gitti madem pek namuslu ne diye sana söylemiş. Hani dedikodu dinen iyi olmayan bir eylemdi. Nerede kaldı senin dini bütün kulluğun???

Bu kız, %10 Türk hissediyormuş. Bu veriye nasıl ulaşılıyor bilmiyorum. Buna rağmen bire vatan sever insan, ne bekliyorsun? Bu kız Türkiye'de yaşamamış, doğru düzgün Türkçe bile bilmeyen bir insan. Ayrıca zannımca iğrenç bir oyuncu. Bu kız kendini ne hissedecek? ne kadar dangalak düşüncelerle dilini gark eyliyorsun.

Bana göre bu gün twitter'de yazılanlar, geçenlerde Buse Terim'e yazılanlardan farklı değildi. Her ikiside aynı mantığın, aynı zihniyetin ürünüydü. zavallılık, kendini bilmezlik, hataya (ki ortadaki hatanın ne olduğuda tartışılır) hata ile karşılık vermekti. Bu sebeple;
"sibel kekilli'yi bu gün konuşanlar freud'a sapık doktor diyen beyinleri üreme organlarına saplanmış bilinçaltı fışkırtmalarıdır"
yazdım. Yazmamla birlikte ortalığın coşması bir oldu. Hayır anlamadığım mail adresimin nasıl bulunduğu zira namus abidesi, dindar milliyetçi arkadaşlarımız arsında beni şeytandan korumakla kendilerini ilahi seviyeye yüceltme çabasındaki klavye mücahitleri arasında mail atan iki kişi olmuş. Halen daha nasıl mail atmayı başarabildiklerini çözebilmiş değilim. muhtemelen bloğun adını görüp buradan yazmışlardır. Anlamıyorum bu işlerden artık neyse ne!!! Erkek oldukları her hallerinden belli bu vatandaşlardan biri üzerine pek alınmış olacak ki saymış sayıştırmış. hatta o zat twitter'den da yazmıştı. profiline baktığımda dün said nursi ve islam ile ilgili bir sürü paylaşımı olduğunu gördüm arkadaşımızın pardon pardon milliyetçi dindar mücahitimizin avatarı da türk bayrağı ile şenlendirilmiş, yazıları zaten buna binaen pek milliyetçi ve dini motiflerle süslenmiş. uslubunu söylemeye gerek bile yok! Bu zavallı yaratık seyrettiği pornolardan masturbasyonla nasibini aldığından, başladı kendine yakışır vaziyette şudur budur tümcelerine ne yapam yani kendisine ütopyalarında başarılar dileyip güle güle dedim. Zira kendisinin ihtiyaçlarını karşılaması için memleketin doktorları bir araya gelse tedavi edemeyeceği bir gerçek.



E gelde şimdi böyle dinden imandan ödün vermeyenlerin, milletten bayraktan kahramanlıklarından dem vuranların, sabahtan beri kekilli ve benzeri konulara ağızları salyalı salyalı yazdıklarını mercek altına alıp ulan zavallılar abazalığınızı halen daha saklıyor musunuz? diye sorma!

Valla bu abaza riyakar takımı sadece kendilerini kandırıyor. işte bu sebeple abaza riyakarların topuna birden masturbasyonel ütopyalarında mutluluklar diliyorum

20 Mart 2012 Salı

Seksenler Merdaneli Makine ve Doksanların Sonu

Şimdi efendim malum nostalji olsun diye selsenler dizisinin çekilmeye başladığını duyduğumdan beri heyecanla bekliyorum. Bir süre seyredemedim. Kraliyet ailesini de Seksenleri de seyretmek bir türlü nasip olmadı zira zıkkımın dibini yiyesice uydu cancağızım kanalları çekmedi. Okan'ı nette seyredemdedim bahtsız bedevinin dillere destan süper ötesi şansı ile yüzyüze kaldım. Mübarek beni bekler gibi nette bir türlü sağlıklı yayın olmadı seyredemedim. İtiraf edeym hasetimden de çatladım o dönemde.
Neyse efendim konumuz emelb. ve televizyon çilesi değil kısmetse o gevezeliği başka bir gün yaparız. Az evvel Seksenler'de merdaneli çamaşır makinesi klasi yaşandı bende de anılar canlandı.

merdaneli çamaşır makinesi. Hatunun mutluluğuna İnanma!
Bizim eve ne zaman bu merdaneli çamaşır makinesi girdi bilmiyorum. Amma velakin herbişeyini hatırlıyorum. Mahallede her hafta mutlaka el, kol, saç gibi organların merdaneye takıldığı bilmem ne olduğu gibi efsaneler dolaşırdı. Mubarek ne merdaneyse Bebek Çaki'nin kaşsız-gözsüz bebek olmayan haliydi sanki. yani öyle ki banyolarımızda seri katil besliyor gibiydik. İnanılmaz korkardım o sebeple bu aletten. Zaten ömür hayatımda bir, düdüklü tencereden bir de bu merdaneli makinalardan korktum. Hatta halen daha da korkarım. Pek çok açıdan eleştirdiğim eksikler var dediğim Seksenler'de az önce çamaşır makinesi sahnesinin hatırlattıklarına gelince;

Hiç unutmam 8 yaşlarındayım yaşıtım bir kız arkadaşım kolunu kağtırmıştı zaten incecik olan kolu, çatırt diye çatlamıştı. Komşumuz parmaklarını çıkarmayı başarmış, bir başkası bir güzel saçlarını yoldurmuştu. Bu tür kazaların hiç biri bizim evde yaşanmadı amma velakin benzer efsanelerden ötürü makinenin merdanesine çamaşır konurken taaaa iki metre uzakta merdanenin çamaşırı kapması sağlandı. Hatta bu konuda bence türkiye rekorları bizim evdedir. Öyleki bir zaman sonra bu merdane bozuldu. Ne hikmetse annem hiç bozuk bunu tamir ettirmeli gibi kelamlarda bulunmadı. Sonraları makine tamamen kullanım dışı olduğunda yeni makine almak farz olmuştu, o dönemde de tam otomatik çamaşır makinesi denen şeyler pek sükseli olurdu. Br tartışmadır, bir araştırmadır başladı: Yok efendim yemek yapmak, alışverişe gitmek bu yeni makinelerle çok rahat oluyormuş, "üstün alman teknolojisi" "calgon" reklamlarındaki gibi rahat oluyormuş oymuş buymuş... Gel görki gelenekten ayrılması hayli zaman alan anacağızım inat etti yine o merdaneliyi aldı. Ama bil bakalım ne oldu? o makinenin merdanesi çalıştırılmadı. Bahanesi "ben şimdi böyle alıştım gerek yok hem pek iyi sıkmıyor gibi" yallllaaaaannnn yeminle yalllaaannn Çünkü bende benzer yalanlar söylerdim. Farz-ı misal: elektrik çarpıyor gibi... Biz efsanelerden yana payımızı alıp büyük bir tırsma moduna girmiştik. Neyse efendim seneler geçti artık otomatik makine kullanmayan ev kalmadı. Ama bizde halen daha merdanesizmerdaneli makine. ne oyunlar oynuyorum anlatamam yeni makine alınsın diye. Bir gün orta okuldayım müdür yardımcısı geldi çamaşır makinesi olanlar parmak kaldırsın dedi uyuzluğuna bende parmak kaldırdım. Perdeleri verdi götürdüm eve dedim böyle böyle verdiler sıra bendeydi yıkanmalı. Otomatik makinesi olanlar ne rahat. Yalan söyledim anlayacağın. Emme halen daha alınmadı zaten kısa süre sonra bababmin rahatsızlığı, işten ayrılma şu bu derken alışverişe zaman yoktu. Böylece taaaaa ne vakit alacağımız makineyi taaaaaa 1999 yılında rahmetli kuzenimin askere gittiği gün aldık. Ama beni görme normalde tırsaklığımdan odadan odaya geçemeyen ben bir anda evde ne var ne yoksa akşam abim otobüse bindikten sonra yıkamaya başladım paso tek başıma gidip makineye bakmalar falan allahım görsen gülmekten altına işersin! o derece komik bi görgüsüzlük hali mazhar olmuş.

Şimdi ben bunu anlatınca adamcağızımda başladı çocukluk hikayesini anlatmaya; Bunlarda pek çok çocuk gibi makinene ile güç savaşı yapanlardanmış. anneciği makinenin başında değilken çamaşırı merdaneye verip zorla çekmeye çalışır, merdane dönerken onu tutarak durdurmaya çalışırlarmış falan. benzer oyunlar bizde de çok meşhurdu emme ben hiç yapamadım ühü ühü ühü. Zaten şu hayatta en haylaz olmam gereken zamanlarda hiç haylaz olamadım ya ona yanarım. Bu konuda babamın çabalarını hiçe saymak olmaz. Zira sürekli akıllı evlatlarım, şuevlatlarım bu evlatlarım diye seslendiği ve de elaleme bu şekilde anlattığı için haliyle o role uygun hareket ettim. ne malmışım ben ya!

Bu arada günün haberi bu akşam hatta bir kaç dakika sonra Muhabbet Kralı'nda Seksenler var. bence kaçırma. bak çaktırmıyorum farkında mısın bilmem ama ilk kez programın adını yazdım Okan demedim. üfff tamam be twitter'den kopya çektim

Anason Kokarken Sofram

Ve bu yüzden Zakkum'un söylediği Anason şarkısına bu kadar bağlanmam ben demem.

Benim çocukluğumun geçtiği yer, İstanbul'un küçük ve geri kalmış bir balıkçı köyüydü. Yer yer bataklık olan yerlerini hatırlıyorum. Sazlıklar, gelincik tarlaları, büyük ve küçükbaş hayvanlarda vardı. Hiç hayvanımız olmadı tavuk ve horoz hariç ama inek koyun keçi gibi hayvaların bakımından az çok anlarım bu sebeple. Hastaneye gitmek için Göztepe'ye alışveriş için Pendik yahut Salı Pazarı'na gidilirdi. Tren vazgeçilmez bir zaruriyet aracıydı. Anneler bebeklerini bebe arabasında gezdirirken dikkatli olmak zorundaydı zira tekerlekler her an çamura batabilirdi. Ayakkabılarımız kendini gösterirdi çamurdan nasibini almış halde. Herkes birbirini tanırdı, öyle kapı kilitlemek bir yana dursun kapı doğru düzgün kapalı bile olmazdı. envai çeşit meyve ağaçları vardı. İnsanların bir bölümü kendi köylerinden bu köye göç edip geldikleri köyün geleneklerini de yanında getirmiş olsa da şimdi ki kadar çok fark edilmezdi Erzincanlılar, Samsunlar, Tokatlılar mahallesi gibi mahalleler olduğunu hatırlıyorum. Köyümüzün asıl yerlileri nüfus mübadelesi ile Selanik'ten göçmek durumunda kalmış olanlardı. Onlar, balıkçılık yapardı. çoğunun arazisi olduğu için zamanla müteahhitlere yenik düştüler ayrı mesele. Öyle güzeldi herkesin birbirini tanıması kokrmak-kaybolmak gibi kavramları bilmezdik. Ha evet korkmak kavramı vardı zira kızlar erkek arkadaş mevzusunda biraz daha dikkatli davranmak durumunda olurdu çünkü.

O dönemlerden en çok yaz gelince ağaçlardan meyve aşırma operasyonlarımızı heyecanlı bulurum. bir de inşaattan kuma atlama yarışlarını. O kadar bögürtlen varken biz inatla elalemin ağacını yolardık. bu da ayrı bir heyecan ve açlık tabii.

İlk kez o yıllarda öğrendim hatta içine doğdum anason kokusunu...
Balıkçı köyü olunca apayrı kokular öyle her yerde her zaman karşılaşmayacağınız samimi ve insanın zihnine yerleşen kokularla büyümek farklı olmuyor. Sahil boyu balık kokusu ile rakı kokusu nasıl yarışırdı? pazarlarımıza bile girerdi bu anason yoğunluğu. muhabbetler, dinlenen müzikler, gülüşmeler ve hüzünler hep anason kokulu olurdu. Sofralar ayrı güzel döşenirdi. istediğin sofraya otururdun. Ayıplar ve günahlar farklı terazilerde tartılıyor gibiydi. Kadın kısmı da konuşurdu bu sofralarda, kız kısmının okuması da pek mahbul sayılırdı. Muhabbetin beli öyle bir kırılırdı ki sanırsın bir daha toparlanmayacak. hele kavgalar tartışmalar çok komik olurdu. İlk başta tırsardınız çocuksanız kavgaya tanık olan ama sonra kıkır kıkıe gülerdiniz. Hayır bilirdiniz ki sesiniz duyulursa size de sataşacak biri çıkar. Ayaklargenelde çıplak olurdu, ne giydiğinizin önemi yoktu. Bizbize bir birliktelik, bizbize bir mutluluk olurdu. Sofrada rakı varsa herkes dolabından bulduğunu getirebilirdi. PĞaylaşmak güzel şeydi ve birileri oldu ki dolabından birşey gtirmedi bu kişi cimri demek değildi. Çaktırmadan dolabı da doldurulurdu elbet.

İşte kuzucuk bu sebeple sana anason demeyi uygun görüyorum. Biraz samimiyet, biraz hüzün ve sevinç, biraz geçmiş, biraz gelecek, çocukluğum ve yetişkinliğim onlar ve onlarda ki ben-ben ve bende ki onlar için bir iç hesaplaşma olduğunu say hepsini rahat rahat dökmek için hem biliyor musun heybemde daha çok anlatacak var. kızgınlıklarım, kırgınlıklarım sen ben ve diğerleri. Belkide bu riyakarlık takıntım o günlerin armağanı. yani o günleri bu günlere adapte edemeyişim, uyum sağlayamayışım. burada Piaget amcam ne diyorsa o aslında.

veee bu yüzden Zakkum'un söylediği Anason şarkısına bu kadar bağlanmam ben demem. İyi dinlemeler.

17 Mart 2012 Cumartesi

Diskoda Türk Sanat Müziği

benzemez kimse sana tavrına hayran olayın.... sadri alışık'ı hatırlatıyor daima
Çocuktum... Nasılda ağlamıştım öldüğünü ilk duyduğumda. çocuktum utanırdım ağladığımın bilinmesinden. Bu günlerimde doya doya anıra anıra ağlayın, acınızı istediğiniz gibi yaşama hakkınız var sonuna kadar kullanın naraları atıyorsam birazda bundandır sebep...

Çocuktum inanırdım herbişeye allah kavramı muhtemelen oturmamıştı. güçlü derlerdi ya hakikaten insan gücü sanırdım. O istediğini yapar-yaratır derlerdi ya hep insani vasıflar yüklerdim. gecenin bir yarısıydı herkesin uyuduğundan emindim. yattığım yerde ilk kez öcülerden korkmadan yorganı yüzümü örtecek şekilde kapamamıştım tüm bedenime. Anıra anıra ağlıyordum. Kulaklarımın içine kadar kafamın her bir yanı, boynum, yastık-yorgan gözyaşı olmuştu.  Hatırlıyorum çocuktum. Çocuktum ve anırmam devam ediyordu. Öcüler yoktu o akşam yatağımda. Benimle dalga geçen hayaletler halime bakıyordu herkes, herşey suskundu-hüzünlüydü ve zararsızdı. Gece benim gecemdi. Gece hüzünbaz cins bir geceydi. Yalnızlığımla korkusuzca yas tutuyordum.

Çocuktum... Ağlıyordum. Öyle böyle değil şehrin tüm kötüleri gitmişti. Bir tek Turist Ömer vardı. Hayaleti bana selam veriyordu. Gelebilirim çağır-dua et çocuksun diyordu. Boğuluyordum geberiyordum. Ulan diyordum ulan hep "ofsayt" olduk be! ofsaytı ilk Turist Ömer'den duydumdu. kulaklarımda çınlıyordu. Yine yemişti kazığı gönlünden yana. Salaş bir meyhanede dost" dediği, "dost" bildiği, dost,düşman, büyük, küçük kim varsa hepsinin bakışı altında elinde canını yediğimin anason kokulu rakısı-musikiye eşlik ederek hüzünbaz bir meşk halindeydi. Canını sevdiğimin güzel insanı...

Ben babamla teyzemin plaklarından ziyade ve her hafta sonu TRT'de seyrettiğimiz konserlerin (ki çok sıkılırım aslında onlardan) aksine bu güzelim filmlerden sevmiştim Türk Sanat Müziğini.

Çocuktum yatağımdaydım. Öcüler, hayaletler, kötü adamlar zararsızdı. Korkusuzluğumdan geberiyordum. Ağlıyordum boğula boğula ağlıyordum. İlk kez o gün yalvardım allah'a ilk kez o gün zihnimde ki öğretilmişlerin insan vasfı olduğunu dillendirdim bilmeden. yalvardım, yakardım nasıl dua ettim. "canım allahım sen çok büyüksün, sen her istediğini yaparsın, sen duaları kabul edersin ne olur Sadri Alışık gömülmeden onu canlandır. Sabah olunca onu göreyim televizyonda sana söz veriyorum allahım bir daha kötü şeyler düşünmeyeceğim. Ne olur onu canlandır ne olur gömülmeden onu canlandır. Yaşasın allahım ölmesin canlandır allahım.
canlannndır
canlanndır
canlan
can
can
alllaaaahhhhıımmmm

Nasıl bir geceydi devamı nasıl bir gündü. Benim için o günden sonra hep hüzünbaz bir bakış, hep öğrendiklerimin aksine iyilerin kazanmayacağı sadece kalbi buruk kazanmış gibi yapacakları "zaman ayraçları" olacaktı. samimi insanlar anason koklayacak, salaş meyhaneler bize çalacak en güzel şarkıları biz içecek içtikçe güzelleştiğimizi iddia edip ruhumuzla sevişecektik. aslolan gönül güzelliği olacak kaybettiğimizi şehrin göbeğinde ıslak bir gecede bağıracaktık o kadar bağırmamıza rağmen duyanda sadece biz olacaktık.

Ulan anasını satacaktık be şu kahpeliğimizin. İyiler olacaktı işte kimi gün hicaz, kiminde kürdi, ne bileyim kiminde de nihavent... halt edecekti sevdalılar ve kötü adamlar eninde sonunda iyinin ayaklarının dibine yatıverecekti. dünya pek bi güzel olacaktı. gözleri buğulu buğulu, kalbi kırık hem de küskün adamın yanıbaşında. "Benzemez kimse sana" diyecekti biri, bir başkası biz heybeli'de her gece.... bu böyle devam edecekti...

Olmadı olamadı. Hüzünbaz canımıniçi adam gitti. Dua kabul olmadı. Çocuktum. Çocuk boynu bükük gecenin bir yarısı kaldı bi başına o güzelim gözlere bakarak. Sonra ne kayıplar oldu. neler gitti yaşama nelerle tanıştı yaşam.

Diskoda Türk Snat Müziği var bu gece. bu gece alır götürür bizi bu gece öyle bir gecedir ki, ne yapsan garipsindir. Şaşkın acemi, anason kokulu, biraz maşuk biraz aşık. Hayalin vardır ruhun kırılgandır. bu gece küfür yoktur. ıslaktır bu gece ve kapkara. Vefa vardır, dostluk beli kırılmış iki güzelim samimi muhabbet vardır bu gece. Dünya kendi güzelliğinde dönüyor bu gece (bu yazı bitmez ama bitmek zorunda ara ara seyredebildiğim şu canını yediğim programın hakkını vermek vakti geçer aksi halde)

Not: bu yazı var ya bu yazı..............

Aynasız Kadın

oha!
bu oha kendime hem de en okkalı oha hangisiyse o ohadan kendime bir adet armağan ediyorum.

Aynalarla aram iyi değildir öyle durup durup saçıma yüzüme gözüme bakmam kıyafet nasıl durmuş pek ilgilenmem aynayı bir tek dişlerim için kullandığım zamanları hatırlarım. Sonra dişlerimde ki sigara-çay ve kahve lekeleri kısmen geçince kestim ayna olan ilişkimi.  Ayna o kadar yoktur o kadar hiçtir ki yaşamımda silmeyi bile unuturum. Hani bazen takıntılar oluşur ya insanda bende de zaman zaman temizlik takıntısı oluşur. öyle ki her gün tüm cam ve kapıları dahi silerim böyle günlerde ve şaşılacak derece pozitif, enerjik, mutlu olurum o dönemlerimde. İşte o dönemlerde bile evin duvarından farklı bir muamma görmez aynalar benden. nasıl mı? şöyle; lavaboyu silerim hemen tepesinde ki aynayı unuturum çünkü görmem o aynayı duvardır benim için o, ya da diğer aynaları hiç fark etmedim. bu sebeple olsa gerek gardroplarda ayna olmasına sinir olurum. ama bir tek gardropta ki o koca aynaları silerim zira boylu boyunca oldukları için benim gibi yarı kör denebilecek biri bile o zıkkım varlıkları görüyor.

Bir dönem bi pubda çalışıyorum. bi bayram günü mutfaktayız daha öğle saatleri falan akşama tüm masalar dolu olacak rezerve bile kabul edemiyoruz patron geldi "son günlerde tuvaletler çok temiz bunu yapana teşekkür ederim ama aynaları da silelim lütfen" dedi yahu o tuvaletleri kaç gündür ben siliyorum mubarek bit kadar havalandırma kapağını bile çamaşır suyunda bekletmişim milletin asıl gözünün önündekini görmemişim. utanarak özür diledim. hayır utanmamın ana sebebi yarım iş yapmam değildi. Asıl utandığım böyle yerin dibine girem dediğim kadın olduğum halde o zıkkım aynayı daha doğrusu aynaları fark etmemiş oluşumdu. Yani bu kadar yakından ilgiliyim aynalarla...

Ya bazen düşünüyorum bende çokları gibi mağaza vitrinlerini bile ayna olarak kullanan hani böyle yanından geçerken bazen çaktırmadan orasına burasına bakan veya ulu orta açıkça ayna olarak kullandığı vitrin camına yapışan kadınlardan olmayı ister miydim bilmiyorum. herşeyi her yeri ayna olarak kullanmak inanılmaz bir vakit kaybı gibi geliyor.... Geliyor gelmesine de anlaşılan odur ki, ben bu ayna olayını salakça bir biçimde abartıyorum. acilen aynaya bakmayı öğrenmem gerektiğini düşünmeye başladım.

İki hafta oluyor kaşlarımı aldıralı. Genelde kadınlar kaşları alınırken dakka başı kafasını kaldırır aynaya bakar kaşını alan kişiye iş öğretir, isteklerini belirtir. hiç böyle takıntırlarım yoktur. Yeter ki bir an önce insana döneyim defolup gideyim o kuaförden. İki hafta öncede böyle bir sebeple kuaföre gittim acı gerçekle biraz önce karşılaştım. şems twitter'de bana seni görmek ne güzeldir bilir misin yazmış. o sıra hatırıma geldi ben aynaya falan bakmam dedim. kaç gündürde aklımdaydı kaşımdabir tuhaflık hissediyordum. Haklıymışım kaşımın biri cidden diğerinden pek bi ince oluş nasıl olmuş anlamadım. Hayır bir iki kişi haricinde kaşların incelmiş diyende olmadı. Peki bunlar niçin kaşın incelmiş değilde kaşların incelmiş dedi?

kadın milleti işte!

16 Mart 2012 Cuma

Salya Sümük Düşündüren

Ağlıyorum ya! ağlıyorum öyle böyle değil cidden ağlıyorum. Ulan ne oldu bana bu nasıl yaşlılık yaş 30 olunca mallık mı ucuzluyor? bilmem kaç yıl önce dayı da dayı herkeste bi dayıdır gidiyordu. ezel de ezel herkeste bir ezeldir gidiyordu. bu iki yegane insan bir dizinin karekterleriydi. Televizyonda ki pek çok işi olduğu gibi bu diziyi de geç fark edenlerdenim. Üç günde 61 bölüm dinlemeyi başardıp son 10 bölüme girdiğimi belirtmeden geçemeyeceğim. Diziyle tanışma öykümün baş aktörü tabiki adamcağızım. Geçen gün açtı youtube'de bi açtı bir yandan bilgisayarında çalışıyor bir yandan ezel'i dinliyor e haliyle aynı odanın içinde olduğumuzdan bende nasibimi alıyorum. Buraya kadar her neysesi işin.

Rahmetli babaanneme gıcık olurdum bir yandan seyrederdi filmleri bir yandan dakötü adamlara-kötü kadınlara verip veriştirirdi. Tabii bu arada bize de ikide bir "bu kiminki, bu nereye gidiyor, bu oğlu olduğunu biliyor mu vb" gibi sorularını bizzat bize yöneltmekten de çekinmezdi. Hani sanırdımki bir tek babaannem böyle... Yahu sen ne seyrediyorsan bende onu seyrediyorum sen ne biliyorsan ben de onu biliyorum şimdi durup dururken filmle ilgili senden farkjlı bir şey bildiğimi nasıl düşünürsün ey güzel insan?!!! diyesim gelirdi de ses edemezdim. Meğer yanılmışım çok acı bir tecrübe oldu bunu anlamak ama hiçde güç olmadı. Eskiden her evde televizyon yoktu dizi seyretmeye falan komşular bir eve gelir seyrederdi eve gelen komşular kadınlardan da aynı muameleyi gördüm, yengemden annemden ve diğerlerinden ulan herkes mi insanın hayallerine, şöyle rahat bi televizyon seyretmesine karşı olduğunu böyle acımasızca eylemlerle bildirir arkadaş?

14 Mart 2012 Çarşamba

Bu Ne Yaman Çelişki Anne-Black Mirror (Anlam(sızlık) Ve Ötesi)

Tamam kabul ediyorum başlık aslında ruh hastasının güncesi kıvamında yazılıp kavramların kavramsızlaştırılmasını çorba yapmayı deneyen acemi ve hevesli aşçıya ait... (en azından böyle de düşünülebilir)= ufff tamam kabul bir şizofrenlik bir çeşit yenilmişlik var. Anlamıyorum sanma sadete hızlanma turlarını beklemeye başladığının farkındayım:

Ettiğimiz küfürlere dikkar ettin mi hiç? Peki anatomi dersi aldın mı? Ya, en azından ilkokula gittin. Fen bilgisi dersi almış oluyorsun bu durumda ve sistemleri az- çok, kıvamlı-kıvamsız hatırlarsın. Heh işte boşaltım ve üreme sistemini duydun. Hoş şimdi ben sana üreme sistemi diyince sen sınıfta ki kıpırdaşmaları,kıkırdayışları,  pembeleşmiş suratları falan hatırlarsın. İyi hadi hatırladın ya sorayım hiç düşündün mü neden pembeleşirdi suratlar yahut niçin o pis kıkırdayışlar olurdu (ki ne hikmetse bence öğretmenlerde diğer derslerde olduğu gibi bir tavırla anlatmazdı bu üreme sistemini. Bi düşün anlayacaksın ne demek istediğimi)

Biliyorum biliyorum kesinlikle küfürleri sevmezsin. Biliyor musun ben sanatta küfrü çok ama çok seviyorum gel gör ki yaşamda küfreden biri değilim hatta işittiğimde bile bi tuhaf olurum, garipserim. Bunun nedeninin bilinçaltı olduğunu söyleyen bir kaç kişi olmuştur yaşamımda. Peki küfürlere dikkat ettin mi sen hiç? Beni soracak olursan; küfürlerimiz, ya boşaltım sistemimizle ilgili oluyor ya da üreme sistemimizle.(böylece sistemleri uzatma sebebimi anlamış oluyorsun) Hayır ne alıp veremediğimiz var bu garibim iki sistemle ilgili onu anlayabilmiş değilim. Zavallı bu iki sistem olmasa ne olurdu düşünsene. birincisi zaten var olmazdık. İkincisi hadi bir şey oldu var olanlar çıktı onlarda patlayıp ölüverirdi. İnan bana bu iki sistemle üretilmiş küfürler haksızlık, saygısızlık ve beyin özürlülük gibi geliyor. Ve maalesef hepimiz bu zavallılığın içindeyiz. En çok küfredenlerin kadınlar olduğu söylenir. Kadınların söylediği  küfürlerden bana en komik geleni hiç tartışmasız "amına koyayım", sikeyim vb. ulan mal bi halt ediyorsun artık ne sebeple (dikkat çekmek, farklı görünmek, işite işite kanıksamak vb) olursa olsun anladık da bari az şu beynini kullanarak yap bu işi. Allasen, sen yanında vibratör falan mı taşıyorsun ne yapıyorsun? bu işin raconunu bize de söylesen bizde seni ulan bu kadın görünümlü erkek diye nitelemesek, yahut yanında bir takım icatlar var sanmasak hatta bence daha da acısı ki bunu en çok ben düşünürüm: BEYİNSİZ olup ezbere küfür savurduğun hissine kapılıp seni de geri zekalılar kategorisine alıp yaşamımızdan defetmesek ne olur?

Her an her yerde herkes küfreder. Bilmem kimin bilmem neresine kor, bilmem kimi bilmem ne yapar, ağzına bilmem ne eder, vs vs vs... Aslına bakarsan bunlar bi halt edemeyen beceriksiz takımıdır. tek bi halt ederler onu bizzat beyninizde gerçekleştirirler.  Montaigne, tarlaya sarımsak ekerken utanmıyorsunuz insan ekerken utanıyorsunuz demiş Denemeler'inde... diğerlerinin görmediğinden utanarak görmemesini, işitmemesini, hissetmemesini sağlamak ve nihayetinde tüm bunların aksine hem kanalizasyonlar patlıyor boşaltım sisteminizden çıkanlar görünüyor, hem de çocuğunuz dünyaya geliyor size tebrikler yağıyor. Yahu bu nasıl çelişki anne! diyesim geliyor. Ve sen bu sakındıklarından envai çeşit küfür üretiyorsun sen söyleyince iyi, başkası söyleyince kötü oluyor. Oh ne ala memleket!!! ilk okuldayken arkadaşının hoşuna gitmeyen bir iş yaptığında, küfür ettiğinde ne bileyim kavgaya falan karıştığında ispiyoncu sınıf arkadaşları hemen "Hiiiiii seni örtmene diiiccceeeeemmmm" diyip seni ispiyonlama ve sana gözdağı verme operasyonuna girişir. Onlara o zamanlar aklımıza gelmeyen bir şey var: ulan sen ne kadar malsın. Sen önce git öğretmen demeyi öğren.  Hem  ispiyoncu, hem taklidi konuşma yapan biri muhatabım olamaz onun ispiyonuyla bana kaşını çatan öğretmende nazarımda onun girdiği deliğe girer (nokta). Hayır sen madem iyi aile çocuğusun nereden biliyorsun onun kötü bir manası olduğunu? anam babanı keranede görmüş hikayesine dönüyor bu iş!!!(bu arada o kadınları severim ayrıca belirteyim fahişelerden daha dürüstünü görmedim)

11 Mart 2012 Pazar

Sen Riyakar Seyirci Ben Hırsız

Seninle Evlenir miyim?

Bilmem kaç hafta öncesinde başlayıp son üç haftadır inatla biletini satmaya çalıştığımız oyunun adı.

Sinop'ta bir tiyatro salonu yok hoş, esasında gerçek mana da profesyonel manada bu işi yapanda yok. Sinop'ta sinema da yok. Buraya ilk geldiğimde 20-30 kişilik bir sinema salonu olduğunu vizyondan çoktan kalkmış olan filmlerden birinin gösterildiğini söyleyenler olmuştu ancak Kurtlar Vadisi ile Said Nursi'nin hayatını anlatan iki film haricinde başka film afişi görmedim bir yıl içinde...

Hal böyleyken zaman zaman dernek, sendika gibi kurumlar tiyatro getirmeye kalkışıyor taa Ankara'dan veya İstanbul'dan. Gel gör ki bilet satana kadar türlü dereden türlü su getiriyorsun.

Buraya ilk geldiğimde insaların üzüntüyle belirttikleri konuydu sinema salonu ile tiyatro salonu olmayışı.  Pek kültür abidesi halkım nasıl anlatıyor derdini neler söylüyor duysan hayrına google amcanla konuşur haçan buralara şöyle en güzelinden bir kültür salonu yaptırırdın. O derece hani! Olay aslında tam Aziz Nesinlik... Geçen yıl berektliydi. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği bir kaç tane oyun getirdi. Bir arkadaşla beraber biz de pek uyanığız ya insanlara koltuk gösterme bahanesiyle kendimize görev uydurup ücretsiz oyunları gördük. Yanlış hatırlamıyorsam bir kere de Eğitim-Sen bir oyun getirmişti yine aynı metodla oyunu gördük. öyle ileri gitmişiz ki şimdi Halk Eğitim'de hangi etkinliğin afişleri asılsa bize soruyorlar. Bu yıl oyun falan olmadı. Salı günü kısmetse Seninle Evlenirmiyim ile sezonu açıyoruz. Bir kitabevi bu kez organizasyonu düzenleyen, Düşünenler Kitabevi... Kendilerine inatla teşekkür ediyorum. Ne zamandır bilet satmaya çalışıyor ve şu ana kadar pek sanatsever halkımız arasından 70 kişi çıkmış bileti alan.

Geçen hafta Okan, Metin Uca ve Nedim Şaban'ı konuk etti programa. nasıl heyecanla bekledim. Araya Ece Vahapoğlu'da girdi. Pek hatırlamıyorum sanırım Vahapoğlu bir kitap çıkarmış konusu sağlıklı yaşam olan ondan ve bir beyden bahsettiler. Programın bu bölümüyle ilgili tek hatırladığım bu. Son konuk Nedim Şaban'dı o akşam. Her zaman ki Nedim Şaban işte! İlgilisinden gayrısının pek seyretmeyi planlayacağı türden olmayan bir olağanlıkla program devam ediyordu. Bence gayette zevkliydi. Hele hele Onca Yoksulluk Varken adlı oyunu güzel güzel anlatırken heyecan doruk yapıyordu. İlk duyduğumdan beri konusu beni benden alan oyun, bir nevi, tabir-i caizse amme hizmeti niteliğinde ekşi sözlük yazarlarına ücretsiz perdelerini açmış, geçenlerde de blog yazarlarına aynı güzelliği yapmıştır (ki bence bu devirde böyle bir eylem tiyatronun aşkla yapılan bir iş olduğunun göstergelerindendir) Program böyle tadından yenmez halde devam ederken Balıkesir'den bir bayan aradı. Aynı bizim Sinop gibi yakınmaya başladı vay oyun yokmuş, vay gelmiyormuş, vay o vay bu... Hani hatunumuzu duysan acır bu sanatsever toplum adına, başta balıkesir olmak üzere yurdumun dört bir yanını kültür merkezleriyle donatırsın. Tabii sonra çoookkk pişman olursun ayrı konu. Zira boş teneke ses çıkarır deyişini bizzat acı bir halde yaşamış ve de öğrenmiş olursun. Tıpkı bizim Sinop hüsranına dönüşür. Yaaa o kadın konuşuyor ya, yemin ederim nasıl debeleniyorum. Hazır bir riyakar daha bulmuşum ve buna insanların karşısında bağıra bağıra kusayım diyorum gel gör telefon arama yapmıyor. Sigara üstüne sigara yakıyorum. Sinirden geberiyorum. Çünkü insanları aptal yerine koyan yalancı riyakarlara dayanamıyorum. İşte böyle anlarda da gecenin diğer süper konuğu Metin Uca gibilere aşık oluveriyorum. Zira böyleleri, hem çok güzel böyle bağıra bağıra küfür ediyor, hem de kimse fark etmiyor!!!

Hem Hastasın Hem Sigara İçiyorsun

Hem hastasın hem sigara içiyorsun....
Bunu birinden daha duyarsam onun yaşamda ki yeri benim kainattaki yerim kadar olacak...

Bilgisayar kucağımda sağolsun adamcağızım çayımı tazeledi yanıbaşımda ki masaya koyuverdi kampanya için slogan arıyorum ya az kendime geleyim hazır çayı da bulmuşken kaç saattir sigaraya değmemiş elimi pakete uzattım. Paketi alırken fark ettim başımın deminden beri neden rahatsızlık duyduğunu... Böyle zamanlarda iki yastık kullanırım meğer üstte ki yastık yer ile birleşmiş ama durumu anlamamışım. Duaklarım nihayet sigarayla buluştu. Allahım ne mutlulu, bedeninde ki ağrıların azalması, bilgisayara kucağına alıp çalışmaya devam etmek, sana birilerinin yardım etmesi, çay veee sigara ile buluşmak....

Ben hastaysam yatağın sağı solu doluverir. bir yanda ilaçlar ve içi su dolu pet şişe, mendil, ıslak mendil, diğer taraftaki bu genelde masa sehpa gibi bir takım araçların üstüdür; yiyecekler, sigara-çakmak, sanki okuyabilecekmişim gibi ve sayısının neden şaşmadan iki olduğunu bilmediğim iki adet kitap, bir türlü açamayacağım bilgisayar, kalem-kağıt, abur-cubur yanımda olduğunda pek işe yaramayan ama uzaktayken çala çala bihalolan telefon.... böylesine çevreyi kirletirim byük bir oburlukla ve egoistçe etrafı çingene atını kaybetse bulamaz hale getiriveririm.

Yine öyle günlerden birindeyim bu gün. Üç gündür yatıyorum bu gün daha iyi olduğumdan şu bilgisayar asıl olması gereken yere, kucağıma gelebildi. Sigara da masadan inip sağ tarafımda ki asıl yerine ilişiverdi...
hastasın sigara içiyorsun diyenlere yapacağım eylem

İnsan hasta olduğu zamanlar çevresinde ki insanların tıp bilgisinin ne kadar da engin olduğunu anlaması fazla zamanını almıyor. Herkes, her türlü hastalıkla ilgili yatış pozisyonundan tut, yediği yahut yemesi ve yememesi gereken yemeğe, kullandığı ve kullanacağı ilaca hatta hangi doktora gitmesi gerektiğine kadar bir yığın bilgiyle, seni aydınlatıyor. Ben bunların arasında en çok "sigara" mevzusuna gıcık oluyorum. Farz-ı misal, bir yerdesin ımm neresi olsun? hadi kafeye gitmişsin bir kaç kişi var yanında sen bir yandan elinde mendil bunları dinliyorsun sesin değişmiş, gözlerin hafif nemli. O sıra garson geliyor ne istediğinizi soruyor sen bitki çayı veya nane-limon türü bir şey istiyorsun o ana kadar sana bir takım tatkikler veren arkadaşlar o andan itibaren daha da bir uzman oluyor. aaa şunu iç aaa bunu iç vs vs vs ulan bi susun be gerizekalı değilim onları bende duydum bakışı atıyorsunuz ama nafile bu bakışı anlamamakta diretiyorlar. Derken bunların yanından ayrılmaya bahane olan biricik "dostun"u eline alıp dışarı çıkacaksın (e malum artık öyle her istediğin an her yerde sigara içemiyorsun)
- aaa hem hastayım diyprsun hem sigara içiyorsun!!!!
ulllaaannnnn mmmaaaaaalllllll diye başlayan bir sürü cümle kurasın geliyor ama yapmıyorsun bir iki mırın kırın cümlecik kurup çıkıyorsun....

Bu gün de bu oldu tam sigarayı yaktım. Sağolsun bi arkadaş geldi ziyarete  "hem yatıyorsun hastasın hem sigara içiyorsun" diyerek asli görevini icra etmiş oldu...

6 Mart 2012 Salı

8 Mart Dünya Kadınlar Günü

Vakti zamanında taa 19. yüzyılda Amerika'da dokuma işçileri ağır çalışma koşullarını  iyileştirilmesi istemiyle grev yapar. Ancak kapitalizmin bu günkü beşiği o günlerden adımlarını sağlamlaştırmanın önemini biliyor olacak ki, polis söz konusu işçilere saldırır daha da acısı onları kilitler. Nasıl olmuştur, nereden çıkmıştır bilmediğimiz bir yangın çıkar ve yüz otuza yakın işçinin yangından kaçamayarak acı bir şekilde ölümüyle bu insanlık dramı, tarihin sayfalarına geçiverir.

Bu olaydan yaklaşık elli yıl sonra Danimarka'da Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı düzenlenir. Alman sosyal demokratlardan Clara Zetkin adında biri yaşanan tekstil faciasında yaşamını yitiren kadın işçiler adına dünya kadınlar günü olarak anılmasını önerir ve bu öneri kabul edilir. (muhtemelen oylama yapılmıştır. Emin değilim)

Sanırım ilk olarak 8 Martta kutlanması Moskova'da olmuş olan bu özel gün, dünya savaşları sırasında yasaklanmış ancak, 60'ların sonu 70'ler başı gibi Amerika'da da kutlanmaya başlayınca, haliyle daha fazla ülkeye yayılma fırsatı bulmuş 8 mart dünya kadınlar günü adıyla.

Türk dizilerinde bile kadının durumu
Durum böyle olunca Emekçi Kadınlar Günü adıyla 20yy ilk çeyreğinde yurdumda da kutlanmaya başlanan gün 1980-1984 arası kutlanamamış (yani öyle muydanlarda falan)

E sanırım bu kadar yeter artık zamanı geldi asıl konuya geçmenin değil mi? Hani daha öncede bahsetmiştim ya özel günlere olan "ultra hassasiyetim"den şimdi durum yine bunu doğruluyor. Öyle ki yurdum insanı bence yine riyakarlığını göstermek hususunda son hız devam ediyor. Öyle ki vites "5"ten bir türlü "3" ne bileyim "2"ye inemiyor. Hani bu "özel gün"de yani 8 mart dünya kadınlar gününde bir takım ciddiyetlikleri tartışıp sürekli olması için kararlar alıp uygulayacaktık? İşte buna veremediğin yanıt yüzünden gıcık oluyorum özel günlere ve yine yanıt veremediğin için inatla "riyakarlık"tan bahsediyorum.

Emine Şenlikoğlu'nun bir kitabının adıdır: "Kadınları Kadınlar da Eziyor"

Bence "DE"si de fazla ya!

Dün nedenini bilmediğim bir tt twittaşlarım tarafından saatlerce ilk sırada yer aldı. Hakkını yemeyim böyle bir ttnin ayıp ve saygısız olduğunu da yazanlar vardı. Lakin TT oluşmasında ve adı geçen şahsın bu söz konusu ttde kendine yapılanı hak ettiğini belirtenlerin (ki bunların belkide yarıdan fazlası kadındı) sayısı neredeyse ttye yazanlar kadardı... Bu iğrenç ötesi ttye belkide en güzel yanıt Serkan Balbal adını taşıyordu;
"Anne babayı en çok cocuklarından vurarak üzersiniz,ama bunun vebalini de ödeyemezsiniz. Fatih Terim ve GS'ye bu mesaj şekli,FB ye yakışmaz."
Kendisine teşekkür etmemek ve hayran kalmamak mümkün mü? Ve yine yukarıda ki alıntıdan da anlıyoruz ki "İNSAN" olmanın ve "İNSANLIĞIN" cinsiyeti yoktur-olmamalıdır!!!

#buseTerimKADIKÖYegelsinAtesimiziAlsın  5 mart günü tt olan bu iğrenç cümlenin açıklaması ne olabilir? daha da ileriye gidiyorum; bu kadar vahşileşmek ve 8 martta kuvvetle muhtemeldir ki yine kadın hakkından, insanlıktan, tecavüzden, namustan bilmem neden bahsedecek yine bu şahs-ı muhteremler olmayacak mı? peki bu twittaşlar RİYAKAR değilde nedir? Hani bir takım "zavallı delikanlılar" vardır bu zatlar önüne gelen kadınnla cinsel ilişkiye girdiklerini mahalle meydanlarından ağızlarından salyalar akarak, pis dişleri görünerek gözlerinin beyazı sarıya dönmüş halde ballandıra ballandıra anlatır durur yanında "pek delikanlı" arkadaşlarına.... Bununlada yetinmez bu pek delikanlı vatandaşımız, gider önüne gelen kadına yaltaklanır, yaltaklanamadığına çamur atar, beyni donunun içindedir bunların.... Bu beyni donu içinde olanlar gider günün birinde kızkardeşinin talibine göz dağı veriverir hatta mahallesine karşı bile namus bekçiliği yapmak gibi bir ulvi görevi zannını mahalleliye de aynı salaklıkta kabul etmeye yeltenir.

İşte dün tt olan cümle hele hele o ttye kadınların da yazması bana yukarıdakileri hatırlattı. Ve ne hikmetse bunlar 8 martta yine çığıtkanlık yapacak maalesef rtük amcam okan'a yaptığını yapamayacak "net"ük gibi bir "denetleme" amcamız da henüz kurulmadığına göre daha kaç tane buse başka buseler tarafından gümbürtüye gidip RİYAKARLIK çeşmesinde ki o pis sudan tatmış olacak. Ha bir hatırlatma bu iğrençlikler tüketim toplumunun nette ki daha da hızlı tüketimi yüzünden anlık en fazla birkaç saatlik süren bir hız ve oburlukla yenip-kullanılıp tükenip gidecek.... yazık buseler buselerin beyninin tepesinde masturbasyon yapacak. İşte o abaza delikanlıların yapamadığını hatta istese de yapamayacağını kadınlar birbirine yapacak....
İşte sana yeniden söylemek durumundayım "özel gün"ler samimiyetsiz günlerdir. Ve esasında hiç bir işe yaradığı yoktur. Zira içi boşaltılmıştır.

Neyse 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nde klavyeniz dert görmeye pek sevgili twitdaşlarım. Parmaklarınıza kuvvet haydin davranın bakam....

3 Mart 2012 Cumartesi

okul öncesi eğitimi öğretmeni ÖĞRENCİNE SAHİP ÇIK

7 çok geç diyen okul öncesi öğretmenleri ve adayları eğitime yapılan son ayar hakkında kelam etmiyorsa bu gerçekten düşündürücüdür!!!

Erken çocukluk eğitiminin Milli Eğitim Bakanlığı'nca da belirlenmiş bir takım amaçları vardır. Bunlar;

Çocukları ilköğretime hazırlamak
Türkçe'yi doğru ve güzel konuşmalarını sağlamak
Beden, zihin, duygu gelişimini ve iyi alışkanlıklar kazanmasını sağlamak
Çocuklara sevgi, saygı, sorumluluk, iş birliği, hoşgörü, yardımlaşma, dayanışma ve paylaşma gibi davranışları kazandırmak Şartları elverişsiz ortamlardan gelen çocuklara eşit öğrenim ortamları hazırlamak Çocuklara hayal güçlerini, yaratıcı ve eleştirel düşünme becerilerini, iletişim kurma ve duygularını anlatabilme davranışlarını kazandırmak
Yukarıda ki maddelere bakarsak "ağaç yaşken ağilir" deyiminin hayata geçirilmesi olduğunu görür aynı zamanda, eskiye nazaran gerek sosyo-ekonomik, gerek psikososyal, gerekse çevre şartları, şehirleşme, güvenlik vb gibi sebeplerle evlerimizin içine hapsettiğimiz çocuklarımızın temel ihtiyaçları olan, sosyal-fiziksel ve psikolojik gereksinimleri okul öncesi eğitim kurumlarında karşılanmakla birlikte yaşıtları ile aynı ortam ve şartlarda üstelik eğitimli bir "rehber" eşliğinde ve  Milli Eğitim Temel amaçlarına uygun olarak hazırlanmış programla desteklenerek  zihinsel uyaranlara sahip olup bunları  kullanma şansına erebilmektedir.

Son günlerde eğtim sistemimize bir takım değişiklikler yapılması için çaba sarf edilmekte, bir takım formüller geliştirilmektedir. Kamuoyunda bu konu yazılıyor-çiziliyor ve tabii tartışılıyor. Buna binaen, son yıllarda önemi anlaşılmış ve anlaşılmış olan bu önem geniş kitlelere yayılmaya çalışılmış bizzat bakanlık tarafından da pek çok önemli adım atılmıştır. Öyle ki  mevcut dönem içinde hükümet ve tabii bakanlığın çabaları ve teşviki sayesinde, daha önce görülmemiş bir nevi erken çocukluk eğitimi seferberliği başlatılarak, herkes her yerde okul öncesi eğitimin gerekliliğini ve önemini anlatmış, kampanyalar başlatılmıştı. Hatta 71 ilde de pilot uygulama yaygınlaştırılmıştı.

Ve bir gün ne oldu ise oldu 4+4+4 diye bir zorunlu-kesintili eğtiim modeli yahut "sistemi" gündeme geldi tam bu tartışılırken okula başlama yaşının "60 ayını" doldurmuş çocukların eylül ayı itibari ile okula başlaması belirtildi. bu durumda erken çocukluk eğitimi 5 yaşına inmiş oluyordu. 7 çok geç derken farklı bir manada mı kullanmıştıkta biz farkına varamamıştık? Yahut bizim söylemlerimiz yanlış mı anlaşıldı?

Ben bir akademisyen değilim dolayısı ile, bilimsel bir yaklaşımla açıklama, düzenleme ve tutum sergileyemem, böylesi haddimi de aşar. Lakin gündemde ki mevcut değişikliklere ve erken çocukluk eğitimi ile ilgili sayın bakanımızın henüz konuşmamış olmasına şaşırmadan beklemek, bunu bizzat kendisine soramıyor olsam da sorgulamamak, okuduğum çocuk gelişimi  ile okul öncesi öğretmenliği bölümlerinden öğrendiklerime, hocalarıma, bana bu konuda destek veren aileme, öğrenci ve velilerime, Türk Milli Eğitim amaçlarına, aldığım eğitim sistemine,devletimizin bu güne gelmesinde emeği geçen tüm öğretmenlerimize karşı büyük bir ihanette olduğumu düşünmeme sebep olup, vicdanen rahatsız ediyor.

Kaldı ki asıl anlayamadığım husus, erken çocukluk eğitiminin önemini kavramış, akademisyen, öğretmen, öğrenci ve diğer insanlarımızın bu konuda sergile(YEME)dikleri tutumdur. Umudum odur ki; okul öncesi öğretmen adaylarımızın salt "atanma(MA)" korkusu ile bu bölümü seçmemiş olup, gerçekten geleceğimiz olan çocuklarımıza inançları ve  vicdani hassasiyetleriyle yaklaşmaları ve aldıkları eğitimin farkında olarak sahip çıkmalarıdır.