Bir iki aydır yaşamayı unutmaya başladığım fizyolojik tepkilerim on bir haftadır yeniden kendini gösteriyor sanırım. Bu gece kendi sesimle uyandım. Kocacağızıma bağırıyordum ama rüya değildi eminim neden bağırdığımı da bilmiyorum ama boğazım cidden acıdı, duvarlardan çarpan ses beni uyandırdı. baş ağrılarım ise en çok canımı acıtan gelişme bir süredir durmuştu ne güzel ama yine başlıyor neyse ki eskisi kadar beni benden alacak şekilde değil de daha ziyade migren yahut sinüzit gibi... bu bile gelişmedir değil mi? Uff birşey daha var yine zihnim konuşmaya başladı bundan ise çok korkuyorum zira onu susturamıyor, durduramıyorum ve tüm kullanım hakkı zihinde oluyor böyle durumlarda işte o zamansa hayatımı kaydıran meşhur baş ağrıları başlıyor.
Aslında sorunumun kaynağını buldum: Ben ertelenen işleri sevmiyorum. Yani illa olacaksa ve yapacaksam birşeyleri, onları tam zamanında yapmalıyım. Yoksa ki kullandığım ilaçlar filan işin somut yanı.
13 Temmuz 2013 Cumartesi
8 Mayıs 2013 Çarşamba
Kayıtlara Geçsin Hakim Bey İçim Rahat
Orta okulda bir sınıf arkadaşım ve çetesi vardı... Sondem ve çetesi diyeyim onlara. Bunlar ne hikmetse benden nefret ederdi her şeyimi inceler bir şey eksik gördüler mi anında sınıf öğretmenine şikayet ederlerdi. Ve o süslü-gıcık-burnu kafdağında öğretmen hep onları dinlerdi, onları kabullenir beni anında onca insanın içinde rencide ederdi. Anlardım, bilirdim aslında Ulviye Öğretmen'in benden tiksindiğini, benden hoşlanmadığını ve gıcık olduğunu da bilirdim. Ama bir türlü beceremezdim Onun bu davranışının nedenini anlamayı! Kadının bakışı bile "gerizekalı sen bunları nereden bileceksin, defol git yanımdan" diyordu. Ben orta okulda Bir tarih öğretmenimiz ki kendisi adaşım olur sayesinde Kendimi tanıdım. gittim kütüphanelere kitap, ansiklopedi filan okumaya başladım. Derken sırf ayıp olmasın diye, dersimize girdiği tarih ve iki başka derse, fen bilgisi ve türkçeye karşı ilgim arttı. Bu sondem ve diğerleri bunu fark edince sen önümüzde otur demeye başladılar. O zamanlar sınıf öğretmenleri sizi nereye oturtursa bir yıl orada otururdunuz. Bunlarda demişler emel bizim önümüzde otursun. Mallığıma yanayım baktım ön sıra, hem benim gözlerde allaha emanet sevine sevine oturdum. Oturmaz olaydım!!! Amaçları belli yazılılarda kopya çekecekler. ŞEREFSİZLER, HIRSIZLAR, PİSLİKLER!!!
Derken ben o sıra bitlendim. Benden önce bunlar fark etmiş hemen Ulviye Öğretmen'e şikayet ettiler o da beni bir güzel en sevdiğim öğretmen olmak üzere tüm öğretmenlerin yanında küçük düşürdü. Ne de olsa eline koz geçmişti. Artık benden tiksinmesi içinde haklı bir gerekçe çıkmıştı. Hayır şimdi olsa yapacağımı ve yapacaklarımı biliyorum ama o zamanlar saftirikler ve kezbanlar bana secde ediyor. ağlayacağım ama ağlayamıyorum, okuldan koşarak defolmak istiyorum ayıp olacak, kimseyle karşılaşmamak hatta istanbul'u terk etmek istiyorum nerdeeee o günler? Bu en sevdiğim tarih öğretmeni aldı beni kenara "bak benim kızımda da oldu, ne olacak bu kadar üzülecek vs." dedi. Emel Hoca'nın gözünden düşmediğime ve onun halen benden tiksinmediğine sevindiğim kadar çok az şeye daha sevinmişimdir ömrümde. O sıralar şans bu ya babamın bel fıtığı azdı, çalışmıyor allahım resmen sefalet. Sondem ve arkadaşlarının gözünde "pis fakir" olduğum zamanları dorukta yaşıyorum resmen derken. okul tatil oldu. Babam ameliyet oldu ve işe başladı. Okullar açılınca şansa bak ki, yurt dışında iş buldu ve gitti. Ben resmen intikamımı alıyorum. Bunların gittiği pastaneler vardı oralara gidiyorum öğle yemeklerinde, iki kırpidesi bir ayran alıp aklımca hava atıyorum. gittiğimin sekizinci günü dedikodumu yaptıklarına tanık oldum: "ya allah aşkına insan bir buçuk yılda bu kadar paraya kavuşur mu? bişeyler çeviriyor bu, her allahın günü pastaneye nasıl geliyor? Baktım ben pek mühim bir zat olmuşum muhabbetler hep üzerime. Son lokmayı mideye indirip. kasadan parayı öderken de onların bana bakışını yakalayınca yanlarına gidip, epeyce bağırarak "evet hergün pastaneye geliyorum ama modası kaçtı artık lokantada yemek yiyeceğim, annem kızıyor pastaneye gelmeme ev uzak hadi bulun nasıl geldiğimi bu da size dert olsun" dedim. Dedim ama dışarı çıkıp bir kaç adım atınca fark ettim resmen boğazım yırtılmış nasıl acıyor... Bunlar orta okuldan sonra farklı liselere gitmeme rağmen hep benimle uğraştı. ve seneler geçti.
Şimdi işi düşmüş haspamın. Benim facede gizlidir profilim ama bazı sebeplerle arkadaşlarımın arkadaşları mesaj atabilir, istek yollayabilir şeklinde düzenlemiştim. Bu şeytanın tapınaklarından Sondem bulmuş beni merhaba n'aber nasılsın diye başlayıp, hiç bir zaman yaşamadığımız salak hikayeler uydurarak hemen konuya girmiş.... o günlerin hatırına diye de not düşmüş.... Önce şununla az dalga geçeyim dedim, hazır bu aralar depresyondayım ağzıma edilmiş, bende ağzına edeyim dedim ama salaklık baki işte kıyamadım, kendime de yakıştıramadım. Mal gibi Yeşilçam filmlerinden kopan bir replikle başlayan yanıtımı gönderdim. Hangi eski gün Hadi güle güle allah versin diye de son cümleyi noktalayıp engelledim....

Şimdi işi düşmüş haspamın. Benim facede gizlidir profilim ama bazı sebeplerle arkadaşlarımın arkadaşları mesaj atabilir, istek yollayabilir şeklinde düzenlemiştim. Bu şeytanın tapınaklarından Sondem bulmuş beni merhaba n'aber nasılsın diye başlayıp, hiç bir zaman yaşamadığımız salak hikayeler uydurarak hemen konuya girmiş.... o günlerin hatırına diye de not düşmüş.... Önce şununla az dalga geçeyim dedim, hazır bu aralar depresyondayım ağzıma edilmiş, bende ağzına edeyim dedim ama salaklık baki işte kıyamadım, kendime de yakıştıramadım. Mal gibi Yeşilçam filmlerinden kopan bir replikle başlayan yanıtımı gönderdim. Hangi eski gün Hadi güle güle allah versin diye de son cümleyi noktalayıp engelledim....
Malayani Konuşmalar
"Büyük insanlar malayani konuşmaları dinlememek için çok özen göstermişlerdir."
diyene de selam
Olmadı mı Olmuyor
Olmuyor işte...
Neler yapmadım, neler denemedim ki, ama bir türlü olmadı işte, olmuyor, olacağına dair ipucuda vermiyor. Güllerin dallarına dilek asmalar, gül ağacı dibine kağıt gömmeler, kışın ortasında sırf Nuray Sayarı yazdı diye zeytin ağacı ekler, şans kolyeleri, vakıa süreleri, inernette ne kadar dilek duası dolanıyorsa hepsini ezberlemeler, her gün en az bir kez sirkeli suyla gusül etmeler, ay vakitleri, güneş vakitleri, çıplak ayakla bilmem ne kadar suyun üzerinde yürümeler... Liste uzun anacım olmuyor işte.... Hayır secret hatmedileli, türevleri kazınalı ömür oldu halen bir şey olmadı.. Hani derler ya birşey olmuyorsa ya daha iyisi olacağı için ya da hayırlı olmadığı içindir diye. Artık buna da inanmamaya başlıyorum. O kadar yalvarıyorum ki bir kıvılcım bir ışık diye ama yine olmuyor. Merak ediyorum bu hayırlı olan şey ne ki böyle inat etti olmuyor battıkça batıyor, vurdukça dibi deliyorum çok merak ediyorum inan.
Bir de öyle sinir oluyorum ki, hayırlısı diyenlere, ne bileyim iki kitap okuyup dünyayı kurtarmış edasıyla akıl vermeye kalkanlara. Kardeşim çukurun içinde birlikte boğulmuyorsak nereden bileceksin ne yaşadığımı?
Neler yapmadım, neler denemedim ki, ama bir türlü olmadı işte, olmuyor, olacağına dair ipucuda vermiyor. Güllerin dallarına dilek asmalar, gül ağacı dibine kağıt gömmeler, kışın ortasında sırf Nuray Sayarı yazdı diye zeytin ağacı ekler, şans kolyeleri, vakıa süreleri, inernette ne kadar dilek duası dolanıyorsa hepsini ezberlemeler, her gün en az bir kez sirkeli suyla gusül etmeler, ay vakitleri, güneş vakitleri, çıplak ayakla bilmem ne kadar suyun üzerinde yürümeler... Liste uzun anacım olmuyor işte.... Hayır secret hatmedileli, türevleri kazınalı ömür oldu halen bir şey olmadı.. Hani derler ya birşey olmuyorsa ya daha iyisi olacağı için ya da hayırlı olmadığı içindir diye. Artık buna da inanmamaya başlıyorum. O kadar yalvarıyorum ki bir kıvılcım bir ışık diye ama yine olmuyor. Merak ediyorum bu hayırlı olan şey ne ki böyle inat etti olmuyor battıkça batıyor, vurdukça dibi deliyorum çok merak ediyorum inan.
Bir de öyle sinir oluyorum ki, hayırlısı diyenlere, ne bileyim iki kitap okuyup dünyayı kurtarmış edasıyla akıl vermeye kalkanlara. Kardeşim çukurun içinde birlikte boğulmuyorsak nereden bileceksin ne yaşadığımı?
6 Mayıs 2013 Pazartesi
Spoiler
Mevzu basit spoiler. Malümdür ki İngilizceden türkçeye geçmiş olan bir kelime kendisi. Hani bu kadarını hepimiz anladık emme nedir, ne değildir, yenir mi içilir mi neler spoiler olur neler olmaz merak konumdur kendisi... İyi de manası ne bunun diyip diyip iki de bir sözlüklere filan baktığım doğrudur.
Spoiler: Bir eserin konusu veya detayları hakkında bilgi veren; eser okunmadan, dinlenmeden veya izlenmeden önce öğrenilmesi durumunda alıcının eser ile ilgili düşüncelerini veya alacağı hazzı etkileyebilecek açıklama veya ipucu. Spoiler, "bir şeyin değerini veya miktarını azaltan ya da tamamen yok eden" anlamında yakın dönemde Türkçeye yerleşmiş İngilizce kökenli bir sözcüktür. şeklinde tanımlamış bir hayırsever arkadaşımız vikipedia'da
Spoiler: Bir eserin konusu veya detayları hakkında bilgi veren; eser okunmadan, dinlenmeden veya izlenmeden önce öğrenilmesi durumunda alıcının eser ile ilgili düşüncelerini veya alacağı hazzı etkileyebilecek açıklama veya ipucu. Spoiler, "bir şeyin değerini veya miktarını azaltan ya da tamamen yok eden" anlamında yakın dönemde Türkçeye yerleşmiş İngilizce kökenli bir sözcüktür. şeklinde tanımlamış bir hayırsever arkadaşımız vikipedia'da
İyi de ben neden taktım? Şimdi efendim meşhur Hikayeyi bilirsiniz hani katilin uşak olduğu muhabbet. Sen gidip birine desen "he o mu ben okudum katil uşakmış" seni oracıkta gırtlaklar. Ama ben cinsim filan ya acayip merak ediyorum. La bu gariban ne diye öldürdü, derdi neydi, kızını mı hamile bıraktılar, derdi neydi, peki neyle-nerede-nasıl öldürdüm??? Ohoo sorular artar. Bende bi merak bi merak. Keza filmlerde de öyledir. La tamam anladık katil "O" ama nasıl öldürüyor, oyunculuğu nasıl veriyor, yönetmen nasıl bir çekimle yakalıyor, senaristin derdi ne? La merak edilmez mi şimdi bu? Oğlum sırf katili merak ettiğin için kitap okunur mu, film seyredilir mi, madem öyle ne demeye millet dizilerin kitaplarını kapışa kapışa bi hal oluyor? Şimdi hiç öyle birbirimizi kandırmayalım bal gibi seviyon işte öğrenmeye he derdin benimle aynı olmaya bilir kabulüm ama madem sevmiyon ne demeye gidip dizi sitelerinde yazılanları okuyup okuyup en sonunda da "spoiler vermeyinnnnn" yazıveriyon? ne demeye gidip koşa koşa kitap alıveriyooonnnnn?
Havan kime bacım havan kime?
Arkadaşım olan ve benden ala olmasın kezban bi arkadaş var. Hatunun yanında mümkünatı yok film veya dizi seyredemezsin. Başlar yorumlara "lan bi sus, o çenen kıçına girsin de her ağzını açtığında gaz çıkar taa öte
köyden duyulsun" diyesim gelir. Susuveririm. Bir gün fark ettim haspa kitaplar içinde aynı haltı yiyor. Sana anlattırıyor anlattırıyor sonra millete satıyor. Mal millette inanıyor. En son Bizim alanda önemli birinin kitabını anlattım buna ama gıcıklığına dört ve beşinci bölümü yanlış anlattım. Allahım ne olur benim yanımdayken başkasına satmaya kalksın bende bi tarafımla güleyim. Amin... Derken misal bazı filmler var ya onların kitaplarını almış anam tövbe ki okumayacak ben okumuştum diyecek. arka kapağı okuyup karşısında ki mallara sıkanlar var ya aynı öyle yapacak işte orada okuyacak. Artık kim bilir hangi zavallı ile film seyrederken beyninin içne edecek. he dedikleri çıkmadığında da e tabii kitap baka film başka diyecek. Ağzıma ediyim onu da benden duydu. "Seyretmek başka okumak başka misal Kırmızı Pazartesi" dedimdi hay bu dilimi eşek arıları sokaydı da demez olaydım. Lan bari bana satma şunu be!
He bu arada başalarda da dediğim üzere itina ile spoiler alınır, okunur, dinlenir... derdim katil değil zira!!!
Etiketler:
ahlak,
dizi,
riyakarlık,
roman,
spoiler,
televizyon,
tiyatro,
yaşam
1 Mayıs 2013 Çarşamba
Ne Zaman Gülsem Ağladım, Ne Zaman Ağlasam Güldüm
Ne zaman güzel şeyler yaşasam, az rahata erip şükretsem ağır bedeller öderim...
Ve ne zaman kangren olsa için dışım, böyle nefessiz kalsam, karanlığa boğulsa her yer bir yerden minik ışıklar görünüveriyor...
Uzun zamandır bedel ödeme aşamasındayım... Bilmiyorum ne zaman, nerede, nasıl, neyle, niçin ve kiminle gelecek ışık ama şu salak saçma debdebenin içinde bile minik bir rahatlık var içimde...Ha evet kangren olmuş gibi organlarım, nefes alamıyorum, uzuvlarım görevlerinin farkında değil ama saçma bi rahatlık var... (Lütfen bunu "Umut" sanma değil inanmıyorum ve inanmak istemiyorum çünkü dedim ya eskiden sevmiyorum umut olayını).
Ağlarken gülmek heyecanlı, şaşırtıcı ama gülerken ağlamaya başlamak... Allah düşmanımın başına vermesin
Ve ne zaman kangren olsa için dışım, böyle nefessiz kalsam, karanlığa boğulsa her yer bir yerden minik ışıklar görünüveriyor...
Uzun zamandır bedel ödeme aşamasındayım... Bilmiyorum ne zaman, nerede, nasıl, neyle, niçin ve kiminle gelecek ışık ama şu salak saçma debdebenin içinde bile minik bir rahatlık var içimde...Ha evet kangren olmuş gibi organlarım, nefes alamıyorum, uzuvlarım görevlerinin farkında değil ama saçma bi rahatlık var... (Lütfen bunu "Umut" sanma değil inanmıyorum ve inanmak istemiyorum çünkü dedim ya eskiden sevmiyorum umut olayını).
Ağlarken gülmek heyecanlı, şaşırtıcı ama gülerken ağlamaya başlamak... Allah düşmanımın başına vermesin
30 Nisan 2013 Salı
Lisans Tamamlamaymış
23 Nisan'da, sanki olacakları sezmişim gibi kalbim acıyarak uyandım. Yahu düşünüyorum, düşünüyorum bir türlü bulamıyorum. Kötü bir rüya mı gördüm: yok, akşam birşeye canım sıkılarak mı yattım: yok, bir ödev filan mı vardı yetiştirilecek ama benim hatırlamadığım: yok.... Ne abi ne? böyle mal gibiyim. organlarım acıyor, sol tarafım almış başını gidiyor, geberiyorum daha karga günaydın demeden?
Kalktım kahveyi elime alıp, sigarayı yaktım elimde kumanda zaplıyorum allah zaplıyorum. Sigara bitti kahve zaten allaha emanet derken ikinci kahve suyunu koyup bilgisayarı açtım. Anasını satıyım sanki eskiden bilgisayar vardı, anamın karnından elimde bilgisayrla doğdum. Nereden akıl ettimse ikinci kahve sigaramızı internetten gazeteleri tarayarak okumaya devam ettim. Bu ara facebook'a gireceğim tuttu. Lan mal ne etmeye giriyorsun eskiden face mi vardı forumlar vardı ne bilem mynet vardı falan filan... facebook'u açmamla içime
içime 7-8 kutu kezzabın dökülmesi bir oldu... Meğer bizim Milli Eğitim boş durmamış okullara yazı yollamış. Neymiş efendim lisans mezunu olmayan öğretmenler için uzaktan eğitimle lisans tamamlama açacaklarmış da, okullarda çalışan lisans mezunu olmayan öğretmenler dilekçe yazıp ilçe milli eğitime başvuru yapacakmış....
Durdum sadece durdum... Nefes alamadım ya da nefes aldım ama ben hatırlayamıyorum, ciğerlerime yeterince nefes gitmedi... öyle mal mal monitöre baktım. bedenim dondu. Bedenim dondu ama içim nasıl yanıyor, nasıl kanlar fışkırıyor anlatamam. Başım dönmeye başladı, yutkunamadım. Bilgisayarı kucağımdan koltuğa bıraktım. Kumandayı masadan almak için masaya gitmeye çalıştım. Ama filmlerdeki hamile kalmış kadınlar gibi oda gözümün önünde geldi gitti, genişledi daraldı, böyle ayak bileklerimle el bileklerimden başlayan garip bi karıncalanma mı diyeyim, uyuşma mı bilmiyorum vücudumun ortasına doğru gelmeye başladı. Allahım ya yürüyemiyorum, kustum kusacağım, başım dönüyor farkındayım ama hareket edemiyorum, geçtim onu sesimi çıkaramıyorum. Neyse uzun sürmedi biraz sonra nasıl olduysa tuvalete girip kustum da rahatladım... Odaya girdim hemen inatla kanalları dolaşıyorum, bilgisayara bakamıyorum bile sanki oradan uzaydan gelmiş canavarlar var da böyle şeytan olmuşlar içine çekecek beni bilgisayar gibi geliyor. bi ucube bi öcü bi karabasan gibi bişey işte cihaz o sırada... derken kumanda elimde yukarı yukarı giderken müzik kanallarına gelmişim. hangi şarkı çıkmışsa başladım anıra anıra nefes bile almadan ağlamaya halen ağlıyorum ara ara... Kaç gün oldu dedim yalandır. Yok anam değilmiş....
Yazık oldu geçen yıllarıma, yazık oldu verdiğim emeğe, yazık oldu işsiz güçsüz, beş kuruşsuz elin eline baktığım günlere, haram zehir zıkkım olsun
Kalktım kahveyi elime alıp, sigarayı yaktım elimde kumanda zaplıyorum allah zaplıyorum. Sigara bitti kahve zaten allaha emanet derken ikinci kahve suyunu koyup bilgisayarı açtım. Anasını satıyım sanki eskiden bilgisayar vardı, anamın karnından elimde bilgisayrla doğdum. Nereden akıl ettimse ikinci kahve sigaramızı internetten gazeteleri tarayarak okumaya devam ettim. Bu ara facebook'a gireceğim tuttu. Lan mal ne etmeye giriyorsun eskiden face mi vardı forumlar vardı ne bilem mynet vardı falan filan... facebook'u açmamla içime
içime 7-8 kutu kezzabın dökülmesi bir oldu... Meğer bizim Milli Eğitim boş durmamış okullara yazı yollamış. Neymiş efendim lisans mezunu olmayan öğretmenler için uzaktan eğitimle lisans tamamlama açacaklarmış da, okullarda çalışan lisans mezunu olmayan öğretmenler dilekçe yazıp ilçe milli eğitime başvuru yapacakmış....
Durdum sadece durdum... Nefes alamadım ya da nefes aldım ama ben hatırlayamıyorum, ciğerlerime yeterince nefes gitmedi... öyle mal mal monitöre baktım. bedenim dondu. Bedenim dondu ama içim nasıl yanıyor, nasıl kanlar fışkırıyor anlatamam. Başım dönmeye başladı, yutkunamadım. Bilgisayarı kucağımdan koltuğa bıraktım. Kumandayı masadan almak için masaya gitmeye çalıştım. Ama filmlerdeki hamile kalmış kadınlar gibi oda gözümün önünde geldi gitti, genişledi daraldı, böyle ayak bileklerimle el bileklerimden başlayan garip bi karıncalanma mı diyeyim, uyuşma mı bilmiyorum vücudumun ortasına doğru gelmeye başladı. Allahım ya yürüyemiyorum, kustum kusacağım, başım dönüyor farkındayım ama hareket edemiyorum, geçtim onu sesimi çıkaramıyorum. Neyse uzun sürmedi biraz sonra nasıl olduysa tuvalete girip kustum da rahatladım... Odaya girdim hemen inatla kanalları dolaşıyorum, bilgisayara bakamıyorum bile sanki oradan uzaydan gelmiş canavarlar var da böyle şeytan olmuşlar içine çekecek beni bilgisayar gibi geliyor. bi ucube bi öcü bi karabasan gibi bişey işte cihaz o sırada... derken kumanda elimde yukarı yukarı giderken müzik kanallarına gelmişim. hangi şarkı çıkmışsa başladım anıra anıra nefes bile almadan ağlamaya halen ağlıyorum ara ara... Kaç gün oldu dedim yalandır. Yok anam değilmiş....
Yazık oldu geçen yıllarıma, yazık oldu verdiğim emeğe, yazık oldu işsiz güçsüz, beş kuruşsuz elin eline baktığım günlere, haram zehir zıkkım olsun
Etiketler:
dgs,
eğitim,
kaybolan yıllar,
lisans tamamlama,
para,
yüksek öğrenim
29 Nisan 2013 Pazartesi
Orucu Bozan Yegane Unutkanlık
Şimdi efendim 7-8 yaşlarındayım. İlkokul ikiye gidiyorum. Ramazan gelmiş çatmış. Bizim mahallede de o zamanlar çocuklar arasında oruç tutmak pek moda. Böyle oruç tutan çocuk sanırsın yirmilerine girmiş, pek havalı, pek marifetli, pek bilgili-görgülü. Kısaca pek ile başlayan ne kadar sıfat varsa bünyesinde bu oruç tutan arkadaş barındırıyor. Anneler babalar şimdi ki gibi kızmıyor o zamanlar, oruç tutan çocuğa. Aksine aferin bilmem ne diyerek iyice yüreklendiriyor. Derken biz aramızda hep konuşuyoruz ne konuşması birbirimizi gambazlıyoruz;
-hiiiiiiiii gördün mü Ali küfür etti. aha aha orucu da bozuldu
- hiiiiiiiii görkem yalan söyledi. aha aha orucu da bozuldu
vb. şeklinde naralarımız da duyuluyor. O zamanlar yine böyle yaza geliyor oruçlar akşama kadar dışarıda top kovaladığımızdan dilimiz beş karış dışarıda, geberiyor da olsak orucumuzu tutuyor, oyunumuzu oynuyor ve tabi birbirimize din dersi veriyoruz. Demek ki o zamanlar yalan söylemek, küfür etmek, evde uyuyup ezan okunurken uyanmak ve türevleri orucu bozarmış, iyi birşey değilmiş.... sene 2013 olunca işler değişti biraz! diyerekten sosyal mesajımı da vererek devam edeyim...
Bizim mahallede kadınlar bir olur, erişte, yufka gibi hamur işleri yapar tüm ramazan boyu bunlar genelde sahurda tüketilirdi. bizim evde de bu malzemeler bulunurdu haliyle her ramazan. Odanın birinde yufka, erişte, duruyor. Veeee;
Öğrenmişiz ki, unutup yemek içmek orucu bozmuyor, günah değil ve hatta bu allahın kuluna armağanı.
Bir pazar günü sabah erkenden uyanıverdim. Oyalandım durdum yapacak birşey yok. Kardeşlerimizle sabah kavgasını da edip ulvi görevimizi yerine getirmişiz zaten. Malüm odaya girdim öylece aynanın önünde oynuyorum. o sıra aynanın önünde benden başka nesnelerin de olduğunu fark ettim. Bunlardan biri erişte idi. ohh mis başladım yemeye. bir, iki ,üç derken ben abarttım bir yandan yiyorum bir yandan aynada kendimi izliyorum. aramızda kalsın ilk o zaman gıcık olmuştum yemek yiyişime hiç güzel yemek yiyemiyordum... Derken o sıra şimşek çaktı, elektriklerin voltajı yükseldi, beynim salisede bilmem kaç kilometrede çalıştı
-"lan orucum ya ben eyvvaaaahhhhhhh!" ve bir saniye geçmeden hatırladım o cevher bilgiyi; "allah ikram etti bilmeden yiyince oruç bozulmaz" tabii o sıra ağzım erişte dolu mideme kadar tüm yemek borum erişte dolu ve ben halen yutmaya çalışıyorum bir yandan da bozulmadı, bozulmadı diyorum.... tabii bu gün bu bozulmadıya verdiğim yanıt net: 3 harf baş harfi "N"...
Aradan yıllar geçti ahanda otuzlarımdayım. Bu gün kendim için daha ziyade çevremdeki insanlar ve doğa için yegane bir karar verdim: "sigarayı bıraktım"... 2-3 saat içmedim. sonra ne olduysa bi tane yaktım. Sigara yarıya gelmiş "aaaa ben sigarayı bırakmıştım ya la" diyiverdim... ee tabii yedinde neyse yetmişinde de osun arkadaşım! Amaan bunu bilinçli içmedim sonuna geleyim nedir yani. derken ahanda akşam oldu ve benim paket bitti. Vatana millete hayırlı uğurlu olsun kardeşim. Ne sigarayı bırakırım, ne de bıraktığımı hatırlarım... Ne edem bu da benim kendime karşı riyakarlıklarımdan biri
-hiiiiiiiii gördün mü Ali küfür etti. aha aha orucu da bozuldu
- hiiiiiiiii görkem yalan söyledi. aha aha orucu da bozuldu
vb. şeklinde naralarımız da duyuluyor. O zamanlar yine böyle yaza geliyor oruçlar akşama kadar dışarıda top kovaladığımızdan dilimiz beş karış dışarıda, geberiyor da olsak orucumuzu tutuyor, oyunumuzu oynuyor ve tabi birbirimize din dersi veriyoruz. Demek ki o zamanlar yalan söylemek, küfür etmek, evde uyuyup ezan okunurken uyanmak ve türevleri orucu bozarmış, iyi birşey değilmiş.... sene 2013 olunca işler değişti biraz! diyerekten sosyal mesajımı da vererek devam edeyim...
Bizim mahallede kadınlar bir olur, erişte, yufka gibi hamur işleri yapar tüm ramazan boyu bunlar genelde sahurda tüketilirdi. bizim evde de bu malzemeler bulunurdu haliyle her ramazan. Odanın birinde yufka, erişte, duruyor. Veeee;
Öğrenmişiz ki, unutup yemek içmek orucu bozmuyor, günah değil ve hatta bu allahın kuluna armağanı.
Bir pazar günü sabah erkenden uyanıverdim. Oyalandım durdum yapacak birşey yok. Kardeşlerimizle sabah kavgasını da edip ulvi görevimizi yerine getirmişiz zaten. Malüm odaya girdim öylece aynanın önünde oynuyorum. o sıra aynanın önünde benden başka nesnelerin de olduğunu fark ettim. Bunlardan biri erişte idi. ohh mis başladım yemeye. bir, iki ,üç derken ben abarttım bir yandan yiyorum bir yandan aynada kendimi izliyorum. aramızda kalsın ilk o zaman gıcık olmuştum yemek yiyişime hiç güzel yemek yiyemiyordum... Derken o sıra şimşek çaktı, elektriklerin voltajı yükseldi, beynim salisede bilmem kaç kilometrede çalıştı
-"lan orucum ya ben eyvvaaaahhhhhhh!" ve bir saniye geçmeden hatırladım o cevher bilgiyi; "allah ikram etti bilmeden yiyince oruç bozulmaz" tabii o sıra ağzım erişte dolu mideme kadar tüm yemek borum erişte dolu ve ben halen yutmaya çalışıyorum bir yandan da bozulmadı, bozulmadı diyorum.... tabii bu gün bu bozulmadıya verdiğim yanıt net: 3 harf baş harfi "N"...
Aradan yıllar geçti ahanda otuzlarımdayım. Bu gün kendim için daha ziyade çevremdeki insanlar ve doğa için yegane bir karar verdim: "sigarayı bıraktım"... 2-3 saat içmedim. sonra ne olduysa bi tane yaktım. Sigara yarıya gelmiş "aaaa ben sigarayı bırakmıştım ya la" diyiverdim... ee tabii yedinde neyse yetmişinde de osun arkadaşım! Amaan bunu bilinçli içmedim sonuna geleyim nedir yani. derken ahanda akşam oldu ve benim paket bitti. Vatana millete hayırlı uğurlu olsun kardeşim. Ne sigarayı bırakırım, ne de bıraktığımı hatırlarım... Ne edem bu da benim kendime karşı riyakarlıklarımdan biri
28 Nisan 2013 Pazar
Alo Alo Alo .... N'haber
27 Nisan 2013 Cumartesi
Piçliğin Kaybolmuş Silüetinde
Hani kolun kanadın kırılır bazen
Hani buz tutar ellerin temmuz sıcağında
Hani penceresiz kalırsın
Haniler arttıkça attar hani hanende... Ve ne varsa ömründe ömrünü yakan güzellikten yana bölüştüğün, çeliştiklerin, acıtanlar ve attıkların.... Ne varsa ana avrat diye başladığın saymaya boğulmaya bile fırsat kalmadan tükürüğünle öldüğün....
Öyledir işte bazen piçliğin dayanılmaz yoksul silüetinde kaybolursun... İç çektikçe anlarsın ciğerlerinin yandığını, ah ettikçe fark edersin ciğerinde nefes namına bişey kalmadığını, önün arkan sağın solun her bi yanın puşt dolar... acıdıkça acırsın, kanadıkça da kanar.... çocukluğuna da, gençliğine de kısaca geçmişine de geleceine de sövmeler gelir içinden... Nasılda acırsın, nasılda sarılıp koruyup kollayasın gelir o geçmişte ki seniiii.... Ama bi bok yapamazsın günahı sevabı senindir bilirsin
Hani buz tutar ellerin temmuz sıcağında
Hani penceresiz kalırsın

Öyledir işte bazen piçliğin dayanılmaz yoksul silüetinde kaybolursun... İç çektikçe anlarsın ciğerlerinin yandığını, ah ettikçe fark edersin ciğerinde nefes namına bişey kalmadığını, önün arkan sağın solun her bi yanın puşt dolar... acıdıkça acırsın, kanadıkça da kanar.... çocukluğuna da, gençliğine de kısaca geçmişine de geleceine de sövmeler gelir içinden... Nasılda acırsın, nasılda sarılıp koruyup kollayasın gelir o geçmişte ki seniiii.... Ama bi bok yapamazsın günahı sevabı senindir bilirsin
26 Nisan 2013 Cuma
Yeterince Kazık Yememişin Katığıdır Umut
Fakirin ekmeğiymiş umut....
Her şey bitse de umut her şeymiş...
Umudunu kaybetmeymiş...
Umutmuş da umutmuş...
Umuttan yana yeterince kazık yemedinse, ağzının payını şöyle en okkalısından almadınsa, ağzına bi güzel sıçmadıysa bu mered, umut umut diye debelenir durursun...
Ben Her Bahar Umut damarımı yırtarım... Anlarım ki bahar gelmiş, ağzıma edilmiş etraf bok kokuyor, yedi cettime edilmiş haberim yok. O sıra anlarım ki, umut sırtı pek adamın işi... Ve sırtı pek adam, sırtı çıplak olana pompalayıp duruyor. "UMUT"
Boş iştir umut etmek, batalıkta çırpınmak, kimsenin sesini duymaması ve kimsenin seni görmemesidir...
Bir hayal dünyasıdır aslında... Bazen geçmişin intikamı bazense, geleceğin en naifinden seni çırılçıplak edip dövmesidir.
Kısaca;
Her şey bitse de umut her şeymiş...
Umudunu kaybetmeymiş...
Umutmuş da umutmuş...
Umuttan yana yeterince kazık yemedinse, ağzının payını şöyle en okkalısından almadınsa, ağzına bi güzel sıçmadıysa bu mered, umut umut diye debelenir durursun...
Ben Her Bahar Umut damarımı yırtarım... Anlarım ki bahar gelmiş, ağzıma edilmiş etraf bok kokuyor, yedi cettime edilmiş haberim yok. O sıra anlarım ki, umut sırtı pek adamın işi... Ve sırtı pek adam, sırtı çıplak olana pompalayıp duruyor. "UMUT"
Boş iştir umut etmek, batalıkta çırpınmak, kimsenin sesini duymaması ve kimsenin seni görmemesidir...
Bir hayal dünyasıdır aslında... Bazen geçmişin intikamı bazense, geleceğin en naifinden seni çırılçıplak edip dövmesidir.
Kısaca;
"Umut ettik çünkü elimizde başka bi bok yoktu"
Ve işte bundan sebep;
-Açlık kaç gün sürer baba
-40 gün oğul
-40 gün sonra zengin olur muyuz?
-Yok oğul alışırız
19 Nisan 2013 Cuma
Tırnak İçinde 3
Farkındayım. Nicedir unuttun, hatırlatmak lazım gelir, sabırla ve inatla;
"İnsandır insan insanda aslolan!!!"
17 Nisan 2013 Çarşamba
Biri, Sorumsuz- Suçlu- Psikopat Bireyler yetiştirmek mi Dedi?
Uzun zamandır Üstün Dökmen adıyla her bi yerde karşıma çıkan on iki madde var. Esasında bu on iki madde, ABD Houston Polis Departmanı'nın hazırldığı bu maddeler el ilanı olarak da halka dağıtılmış. Sınra muhtemelen Üstün Hoca, programlarda vb. bahsetti bizde benimseyip kendisine atfettik gibi geliyor.
Aslında nereden geldiği, neyle, nasıl geldiği mühim değil. Aslolan bence çocukerkil toplum olmamızın sonuçlarını belirtmesi hatta suratıma bir güzel kallafi bi yumruk atması....
Anneler, babalar, anne-baba olmak isteyenler, öğretmenler, bakıcılar, dadılar, komşular, ablalar teyzeler buyrun bakın neler var:
1) Bebeklikten çocuğunuza istediği her şeyi vermeye başlayın. Böylece çocuğunuz, büyüdüğü zaman, dünyanın ona geçim ve yaşam borçlu olduğunu düşünecektir.
2) Kötü sözler kullanmaya başladığı zaman gülün. Böylece kendisinin şirin olduğunu düşünecektir.
3) Ona kendini geliştirmek için hiçbir bilgi ve alan sunmayın. Ondan sonra, 21 yaşına gelince “hadi kendi kararlarını kendin ver” deyin.
4) Sakın “hatalı” kelimesini kullanmayın. Aman, sonra ileride suçluluk duygusu filan geliştirebilir. Böylece çocuğunuz ileri hayatında, tutuklandığı zaman, toplumun hep ona “karşı” olduğunu ve haksız yere yargılandığını düşünmesini öğrenecektir.
5) Yere attığı her şeyi arkasından siz toparlayın. Onun için her şeyi siz yapın ki suçu başkalarına atmak konusunda ustalaşsın.
6) Komşulara, öğretmenlere ve polislere karşı hep onun tarafını tutun. Unutmayın, hepsi çocuğunuza karşı “ön yargılı”.
7) Çocuğunuzun önünde bol miktarda tartışın. Böylece, aileniz bir gün parçalandığında üzülmez.
8) Çocuğunuza istediği kadar harcaması için para verin. Para kazanmanın ne olduğunu öğrenmesine izin vermeyin.
9) Yemek, içecek ve konfor konusunda her ihtiyacını karşılayın. Onun her türlü arzusunu tatmin edin. Böylece kendi istemlerine ulaşmak için uğraşması gerektiğini hiç öğrenmesin.
10) Eline geçirebildiği her basılı kaynağı ve her türlü müziği dinlemesine izin verin. Bir yandan zihni çöple beslenirken, siz çatal bıçaklarının ve kullandığı bardakların temiz olmasına dikkat edin.
11) Başı gerçek bir belaya girdiği zaman, kendinizden şu sözleri söyleyerek özür dilemeyi unutmayın: “Onunla zaten hiçbir zaman ne yapacağımı bilemedim.”
12) Kendinizi üzüntü dolu bir hayata hazırlayın. Büyük ihtimalle yaşayacaksınız.
Anlaşılacağı üzere (Ç)alıntı
Aslında nereden geldiği, neyle, nasıl geldiği mühim değil. Aslolan bence çocukerkil toplum olmamızın sonuçlarını belirtmesi hatta suratıma bir güzel kallafi bi yumruk atması....
Anneler, babalar, anne-baba olmak isteyenler, öğretmenler, bakıcılar, dadılar, komşular, ablalar teyzeler buyrun bakın neler var:
1) Bebeklikten çocuğunuza istediği her şeyi vermeye başlayın. Böylece çocuğunuz, büyüdüğü zaman, dünyanın ona geçim ve yaşam borçlu olduğunu düşünecektir.
2) Kötü sözler kullanmaya başladığı zaman gülün. Böylece kendisinin şirin olduğunu düşünecektir.
3) Ona kendini geliştirmek için hiçbir bilgi ve alan sunmayın. Ondan sonra, 21 yaşına gelince “hadi kendi kararlarını kendin ver” deyin.
4) Sakın “hatalı” kelimesini kullanmayın. Aman, sonra ileride suçluluk duygusu filan geliştirebilir. Böylece çocuğunuz ileri hayatında, tutuklandığı zaman, toplumun hep ona “karşı” olduğunu ve haksız yere yargılandığını düşünmesini öğrenecektir.
5) Yere attığı her şeyi arkasından siz toparlayın. Onun için her şeyi siz yapın ki suçu başkalarına atmak konusunda ustalaşsın.
6) Komşulara, öğretmenlere ve polislere karşı hep onun tarafını tutun. Unutmayın, hepsi çocuğunuza karşı “ön yargılı”.
7) Çocuğunuzun önünde bol miktarda tartışın. Böylece, aileniz bir gün parçalandığında üzülmez.
8) Çocuğunuza istediği kadar harcaması için para verin. Para kazanmanın ne olduğunu öğrenmesine izin vermeyin.
9) Yemek, içecek ve konfor konusunda her ihtiyacını karşılayın. Onun her türlü arzusunu tatmin edin. Böylece kendi istemlerine ulaşmak için uğraşması gerektiğini hiç öğrenmesin.
10) Eline geçirebildiği her basılı kaynağı ve her türlü müziği dinlemesine izin verin. Bir yandan zihni çöple beslenirken, siz çatal bıçaklarının ve kullandığı bardakların temiz olmasına dikkat edin.
11) Başı gerçek bir belaya girdiği zaman, kendinizden şu sözleri söyleyerek özür dilemeyi unutmayın: “Onunla zaten hiçbir zaman ne yapacağımı bilemedim.”
12) Kendinizi üzüntü dolu bir hayata hazırlayın. Büyük ihtimalle yaşayacaksınız.
Anlaşılacağı üzere (Ç)alıntı
15 Nisan 2013 Pazartesi
Çıldırıyorum Şaşırıyorum Sabredemiyorum İşte Ne Var?
Biraz egoistim sanırım...
Hatırıma geliyor aniden ve gitmek bilmiyorum aynı düşünce... Kızmıyor değilim hatta utanıyorum galiba en çok... Biraz şaşırıyorum kendime, anlamsızlaşıyorum, daralıyorum garip oluyorum işte nihayetinde. Ama inatla hep o gıcık kemiren düşünceden kaçamıyorum birden bire beliveriyor, korku filmlerinden fırlamış gibi fısıldayıp gidiyor. Gidiyor gitmesine de sözleri yankı yapıp duruyor uzaklaşmıyor bir türlü; "hep hak etmeyenlere verilir".
İlahi adalete inanırım ve yaşananların mutlak hak edilenler olduğuna. İyisiyle kötüsüyle, doğrusuyla yanlışıyla, güzeli kötüsüyle ve acısıyla tatlısıyla. Ha tabi ki bazen kızmıyor değilim "ben bunu hak edecek ne yaptım" diyorum elbet. Lakin önünde sonunda bir bahane buluyorum kendimce. İyi hoş amma ve lakin iki şeyi bir tülü anlayamıyorum sanırım. Sanırım diyorum zira, bazen anladığımı düşünüyorum ve düşünce çoğunlukla kısa bir süre sonra kaybolabiliyor. Misal para olayını anlamadım. Böyle gösteriş meraklıları, inançlı olmasına rağmen sadakadan-zekattan bihaber kimseler, abuk yerlerde kendilerini perişan etmek gibi bir manyaklıkları olan kimseler de pek bol oluyor bu mered. Bundan sonra ruh halim yerindeyse bunların sınavı ladını çakıveriyorum. Ama o gün bu gün değil arkadaşım yani şu an değil. Şimdi isyan vakti izin ver doya doya yaşayım isyanımı.... Bir diğeri de çocuk. Yahu arkadaşım ben mi yanlış anladım bu çocuk olayını, birilerinde mi bi sorun mevcut çözemedim. Ne bileyim çocuğun varsa ayrı bir vicdan, ayrı bir sorumluluk, ayrı bir bilinç geliverir sana. Hani ben öyle olurum işte. Çoğu kişi de böyle. Ne var ki herkes değil buna gıcık oluyorum. kadir kıymet bilmeyen anne oluyor çıldırıyorum işte ne var?
Hatırıma geliyor aniden ve gitmek bilmiyorum aynı düşünce... Kızmıyor değilim hatta utanıyorum galiba en çok... Biraz şaşırıyorum kendime, anlamsızlaşıyorum, daralıyorum garip oluyorum işte nihayetinde. Ama inatla hep o gıcık kemiren düşünceden kaçamıyorum birden bire beliveriyor, korku filmlerinden fırlamış gibi fısıldayıp gidiyor. Gidiyor gitmesine de sözleri yankı yapıp duruyor uzaklaşmıyor bir türlü; "hep hak etmeyenlere verilir".

11 Nisan 2013 Perşembe
15 Mart 2013 Cuma
On Sekiz Lira ile Neler Alırım?
BİM'e girdim üç kiloluk yoğurt 6.75, 750 gr peynir 6.25 etti mi sana 13 Lira. Kaldı beş lira hadi Bim'e girmişken yumurtada al 15lik yumurta bu günlerde indirimde 3.50de ona ver 16.5 lirayı harcadın kaldı 1.5 lira onun 75 kuruşu ile ekmek al geriye kalan 75 kuruşu ne yaparsın bilemem o sana kalmış yağ alamazsın en ucuz margarin ŞOK'ta satılıyor o da 80 kuruş Evin markalı olan 5 kuruşun eksik olduğu için yumurtayı bununla kızartma haşla anam hem böylesi daha sağlıklı.
Diyelim Bim'e gitmedin başka bir ucuz marketten başka malzeme alacaksın. Ne olsun misal makarna şu ara en ucuzu Bim'de bunu hatırlatayım 65 kuruş ama ben markalı istiyorum diyorsan en ucuzu Şok'ta o da 85 kuruş yanlış hatırlamıyorsam. pirinç alacaksan Şok ile Bim arasında pek fark yok baldo olanlar 2,5 kiloluk olanlar ortalama 9 lira (kuruş hesabı yaparsan az daha ucuz aslında ama indirim haftası bu ara bitti) salça alacaksan yanına bu ara yine Şok'ta indirimli bi salça var 2,5 lira. 80 kuruş margarini de aldın (sağlık mağlık işlemez bize arkadaşım en ucuz yağ bu gönül tabi ister sıvı yağ olsun ama şu an 18 liran var cebinde ona göre hesap yap) etti 4,25 iyi bu akşam öğünü atlattın yarına allah kerim hem bak ekmekte almadın cebinde paran kaldı. Tabii iki kişi yaşıyorsan ha yok Adanalı Ahmet gibi bi evde 9 nüfus yaşıyorsan sen bu rakamları çarp-topla-çıkar-böl elinde ne kalırsa bozdur bozdur harca. Ama bunları yaparken sakın ola ki elektrik su telefon ve tüp parasını unutma yanarsın arkadaşım marmara çırası yanında çelik gömlek kalır.
He bak sakın hasta olma,ölme vesaire tamam mı
Ve bi zahmet o cebinden çıkarmadığın ömrünün geri kalanını hipotek ettiğin kredi kartın var diye havaya girme senin de Ahmet'ten hiç bir farkın yok sen de en az onun kadar açsın aranızda ki fark sen farkında değilsin.
Diyelim Bim'e gitmedin başka bir ucuz marketten başka malzeme alacaksın. Ne olsun misal makarna şu ara en ucuzu Bim'de bunu hatırlatayım 65 kuruş ama ben markalı istiyorum diyorsan en ucuzu Şok'ta o da 85 kuruş yanlış hatırlamıyorsam. pirinç alacaksan Şok ile Bim arasında pek fark yok baldo olanlar 2,5 kiloluk olanlar ortalama 9 lira (kuruş hesabı yaparsan az daha ucuz aslında ama indirim haftası bu ara bitti) salça alacaksan yanına bu ara yine Şok'ta indirimli bi salça var 2,5 lira. 80 kuruş margarini de aldın (sağlık mağlık işlemez bize arkadaşım en ucuz yağ bu gönül tabi ister sıvı yağ olsun ama şu an 18 liran var cebinde ona göre hesap yap) etti 4,25 iyi bu akşam öğünü atlattın yarına allah kerim hem bak ekmekte almadın cebinde paran kaldı. Tabii iki kişi yaşıyorsan ha yok Adanalı Ahmet gibi bi evde 9 nüfus yaşıyorsan sen bu rakamları çarp-topla-çıkar-böl elinde ne kalırsa bozdur bozdur harca. Ama bunları yaparken sakın ola ki elektrik su telefon ve tüp parasını unutma yanarsın arkadaşım marmara çırası yanında çelik gömlek kalır.
He bak sakın hasta olma,ölme vesaire tamam mı
Ve bi zahmet o cebinden çıkarmadığın ömrünün geri kalanını hipotek ettiğin kredi kartın var diye havaya girme senin de Ahmet'ten hiç bir farkın yok sen de en az onun kadar açsın aranızda ki fark sen farkında değilsin.
13 Mart 2013 Çarşamba
Acil Koca Aranıyor (Allahın Kezbanı Koca Ararken)
Millet ağzına dolamış evlilik programlarında ki kadınların sorularını:
Ne kadar maaş alıyorsun?
Evin var mı?
Araban Var mı?
Yazlığın var mı?
Karını gezmeye nerelere götürürsün? vb vb vb sorularını.....
Şimdi efendim yüzyıllardır mazhar olmuş bir geleneğimiz var; "Görücü usulü evlilik" Bu nedir? Kızı ve erkeği tanıyanlar bu iki genci birbirine münasip görür ve bu iş olur kararı alır. Esasında bu münasip görme işi aynı zamanda ailelerin ve maddiyatında müsait görülme eylemidir. Şayet gencimiz kıza anlatılıyorsa; "aman kızım falan iş yerinde bilmem neci, yok efendim bilmem ne kadar maaş alıyor, evi var arabası var, sen de akıllı olursan şuyu da olur buyu da olur" diyerekten kızın gönlünü çelmeye çalışır. Delikanlı için bu münasiplikten kasıt genelde, iyi ahlaklı, eli erkek eline değmemiş, becerikli, yetenekli, güzeller güzeli filan olmasıdır.
Yahut iki genç evlenmeye niyetlendiği zaman kıza sorulur damat "ne iş yapıyor?" tabi burada amaç damat beyimizin aldığı ücreti hesaplamak ve bu ücretin daimliği ile garantisini kestirmektir. Daha sonra içten içe kıyaslamalar başlar filanın kızı bilmem kimle evleniyor yağlı kapıya demir atmış gibilerinden. E bunu kızımıza kimsenin söylemediğini hatırlatmaya gerek yok kız az zeki ise bakışlardan anlar...
Kız için her daim maddiyat önemli olmak zorundadır zira annesi tarafından "benim çektiklerimi çekme" ilkesi ile yetişmiştir. hatta maddiyatı önemsemeyen kız evliliğe yakın bunun önemsenmesi gereken ilk husus olduğunu sülalecek yapılan tavırlardan idrak eder. Gel gör ki maddiyat ilk sırada iken kızlarımızın kimisi bunu ilk anda bazen bilinçli bazen bilinçsiz kabul etmeyerek yakışıklılık nezaket gibi bir takım önceliklere gark olur.
Oğlumuz içinse aslolan "ilk olmaktır" yani BEKARET dururken diğer hususlar ikinci üçüncü hatta dördüncü boyutta önem arz eder. En okumuşundan en cahiline, en paralısından en züğürdüne genelde "kıyas" sorunu yaşadıklarından bekaret kendileri için ilk sırayı alır. Ve kızımın yanlışına bunlarda düşerek bunu genelde farklı önem sırasına bilinçli ya da bilinçsiz atıverirler. ve ilk sırada ki önemli gerekçe güzellik ve ahlak olmuş olur...
Bu yanılsamaların sonuçları malüm... ohoooo hatta tezler yazılır bunların sonuçları için. Kezbanlarımıza dönecek olursak; kadının aşık oldukları bir olgu olan güç devreye girer. yaşamında ki ilk aşkı baba ile yaşayan kızımız kendisini onun gibi koruyup kollayacak, her kötüden onu saklayacak kendisinin sığınacağı liman olacağı, yaptığı her harcamaya boyun eğen ve kız harcadıkça mutlu olan, hiç sormadan kendisine para veren, onu dinleyen hatta dinlemeyi seven bir adam arayışına girer.
Kezbanlarımız kendilerine bakmadan zengin koca, mevki sahibi bir çalışan, bir sürü bir sürü para kazanan ve bu parası hem düzenli hem garanti olan, evi arabası olan, kızımıza her istediğini giymesine, istediği yere gitmesine karışmayan ama kendi her bişeyini rapor eden, onu şımartan, nazını kaprisini çeken, sürprizlere boğan, sevgi sözcüklerini günbegün havalarda uçuşturan erkek derdine düşer...
Yakinen tanıdığım Kezbanların allahı olabilecek kapasitede birinin kriterlerini tam olarak yazayımda rahatlayım daha iyi olacak;
mevki sahibi
çok iyi parası olan
yazlık ve kışlığı olan
arabası olan evlenir evlenmez karısına da araba alacak olan
evin her türlü masrafını erkeğin göreceği
yılda dört kez tatile götürecek on iki kez kaçamak yapacak olan
her istediğini giymesine izin veren ama giydiğinde kıskanan (burada ki mantığı allah rızası için biri açıklasın)
kendisini aşk sarhoşu edecek
diğer blaları yazmayım eniyisi anlayan anladı... bir de şu yukarıda ki özellikleri barındıran "salak" bir tanıdığınız varsa dönüş yaparsanız ben kız tarafından siz erkek tarafından sevaba gireriz inşallah yapalım be şunların işini
Ne kadar maaş alıyorsun?
Evin var mı?
Araban Var mı?
Yazlığın var mı?
Karını gezmeye nerelere götürürsün? vb vb vb sorularını.....
Şimdi efendim yüzyıllardır mazhar olmuş bir geleneğimiz var; "Görücü usulü evlilik" Bu nedir? Kızı ve erkeği tanıyanlar bu iki genci birbirine münasip görür ve bu iş olur kararı alır. Esasında bu münasip görme işi aynı zamanda ailelerin ve maddiyatında müsait görülme eylemidir. Şayet gencimiz kıza anlatılıyorsa; "aman kızım falan iş yerinde bilmem neci, yok efendim bilmem ne kadar maaş alıyor, evi var arabası var, sen de akıllı olursan şuyu da olur buyu da olur" diyerekten kızın gönlünü çelmeye çalışır. Delikanlı için bu münasiplikten kasıt genelde, iyi ahlaklı, eli erkek eline değmemiş, becerikli, yetenekli, güzeller güzeli filan olmasıdır.

Kız için her daim maddiyat önemli olmak zorundadır zira annesi tarafından "benim çektiklerimi çekme" ilkesi ile yetişmiştir. hatta maddiyatı önemsemeyen kız evliliğe yakın bunun önemsenmesi gereken ilk husus olduğunu sülalecek yapılan tavırlardan idrak eder. Gel gör ki maddiyat ilk sırada iken kızlarımızın kimisi bunu ilk anda bazen bilinçli bazen bilinçsiz kabul etmeyerek yakışıklılık nezaket gibi bir takım önceliklere gark olur.
Oğlumuz içinse aslolan "ilk olmaktır" yani BEKARET dururken diğer hususlar ikinci üçüncü hatta dördüncü boyutta önem arz eder. En okumuşundan en cahiline, en paralısından en züğürdüne genelde "kıyas" sorunu yaşadıklarından bekaret kendileri için ilk sırayı alır. Ve kızımın yanlışına bunlarda düşerek bunu genelde farklı önem sırasına bilinçli ya da bilinçsiz atıverirler. ve ilk sırada ki önemli gerekçe güzellik ve ahlak olmuş olur...
Bu yanılsamaların sonuçları malüm... ohoooo hatta tezler yazılır bunların sonuçları için. Kezbanlarımıza dönecek olursak; kadının aşık oldukları bir olgu olan güç devreye girer. yaşamında ki ilk aşkı baba ile yaşayan kızımız kendisini onun gibi koruyup kollayacak, her kötüden onu saklayacak kendisinin sığınacağı liman olacağı, yaptığı her harcamaya boyun eğen ve kız harcadıkça mutlu olan, hiç sormadan kendisine para veren, onu dinleyen hatta dinlemeyi seven bir adam arayışına girer.
Kezbanlarımız kendilerine bakmadan zengin koca, mevki sahibi bir çalışan, bir sürü bir sürü para kazanan ve bu parası hem düzenli hem garanti olan, evi arabası olan, kızımıza her istediğini giymesine, istediği yere gitmesine karışmayan ama kendi her bişeyini rapor eden, onu şımartan, nazını kaprisini çeken, sürprizlere boğan, sevgi sözcüklerini günbegün havalarda uçuşturan erkek derdine düşer...
Yakinen tanıdığım Kezbanların allahı olabilecek kapasitede birinin kriterlerini tam olarak yazayımda rahatlayım daha iyi olacak;
mevki sahibi
çok iyi parası olan
yazlık ve kışlığı olan
arabası olan evlenir evlenmez karısına da araba alacak olan
evin her türlü masrafını erkeğin göreceği
yılda dört kez tatile götürecek on iki kez kaçamak yapacak olan
her istediğini giymesine izin veren ama giydiğinde kıskanan (burada ki mantığı allah rızası için biri açıklasın)
kendisini aşk sarhoşu edecek
diğer blaları yazmayım eniyisi anlayan anladı... bir de şu yukarıda ki özellikleri barındıran "salak" bir tanıdığınız varsa dönüş yaparsanız ben kız tarafından siz erkek tarafından sevaba gireriz inşallah yapalım be şunların işini
Etiketler:
ahlak,
beyin masturbasyonu,
kadın,
riyakarlık,
televizyon,
yaşam
2 Ocak 2013 Çarşamba
Nasıl Kaçmalı (O Çocuğa Mektup)
ve yinede kaçmak lazım çocuk; kurtla kuşların dans ettiği, kurt uğultularının deliye döndürdüğü dağ başları bulup kaçmak lazım çocuk!!!
inatla diyorum; inan kaçmak lazım çocuk! valizine hiçbir anı biriktirmeden, arkana son kez olsun bakmadan tozu dumana katarcasına kaçmalı
Etiketler:
beyin masturbasyonu,
korkaklık,
riyakarlık,
yaşam
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)