26 Şubat 2012 Pazar

Ya bisiklet Ya Bisiklet

Kim Milyoner Olmak İster programını çok seviyorum. Eskiden Kim Beş Yüz Milyar İster'di ya adı halen daha bu isimle anıyorum aslında kendisini emme o vakitlerden bu vakitlere ne beş yüz milyarın yeterliliği kaldı ne de milyar. Altı sıfırı attıklarından beri, bir zamanlar yengemin bir türlü anlamadığım para işine şimdi de benim çocuk tanıdıklarım anlamıyor sanırım. Zira yengem hep kuruş-lira gibi bir türlü hesaplayamadığım bir "hesap" yapardı. Şimdi de bende aynı sorun var. Milyon-milyar gibi rakamlarla ifade ediyorum fiyatları... Öyle ki hayal satın aldığımda bile Milli Piyango'nun büyük ikramiyesinin ne kadar olduğunu hesaplayamadığım zamanlar olmuştur.

Şu an yine haftamın üç günü televizyona zamklandığım programı seyrediyorum; "Kim Milyoner Olmak İster?" Her seferinde "kim istemez ki?" diye yanıt verdiğim ve sorunun yanıtını bilemediğimde yanımdakilere çaktırmadan kendime gıcık olduğum yarışma....

Az evvel ki bunları yazmama sebep olan soruyu sordu Kenan Işık; Şimdilerde karne hediyesi olarak bilgisayar isteyen çocuklar eskiden karne hediyesi olarak ne isterdi? yani en azından anafikri böyle birşey olan soruyu sordu. tabii ki yanıt bisiklet....

Ozamanlar bisiklet modaydı. Bisikleti olmayan çocuk, çocuk bile sayılmaz, mahalle kurallarını bilmeyen çocuk olurdu. kolunda saat bisiklet sürmek, diğer çocuklarla birlikte yolları bisikletle aşındırmak, tek elini bırakıp yola devam etmek büyük başarı ve gösteri iken şovu daha ileri götürmek isteyenler iki elini de bırakırdı. Hep denge sorunu yaşamış biri için bu tabii biraz ütopya olur, iki elini bırakma becerisini büyük sergileyen kardeşine gıcık olurdu (!) bkz. BEN... İşte o dönemlerde gerçekten yaz tatili demek okul kapanır kapanmaz alınacak yepyeni gıcır gıcır bir bisiklet ve eve gelen bisiklete alınacak tekerlek süsleri, kornalar, milimum süsler demekti. Ondan sonra bi hava bi hava. Mahalle roconuna uygun olarak hep beraber kullanılan, bisikleti olmayana da zaman zaman "tur" atmasına izin verilen veee olmazsa olmaz annelerin bir zaman sonra camdan - kapıdan uzaklaşmaaaa, hadi eve gel yemek ye gibi cümleleri de günün rütin etkinlikleri arasında yer alırdı.

O dönemde kuvvetle muhtemeldir ki benden umudu kesmiş aile büyüklerim sınıfımı geçer geçmez bisiklet almak maksadıyla kolları sıvadı. Yok diyorum ben bisiklet istemem, kaza falan yaparım, şu diyorum bu diyorum ve cidden bana bisiklet alınmıyor. Alınmıyor alınmasına da bizim küçük hanıma alınıveriyor. Hiç unutmam babam bir gün elinde mavi bir bianka ile eve geliveriyor. Yalan yok hiçte etkilenmiyorum olmuş olmamış umursamıyorum hatta aman dikkat et kaza falan yapma, diğerlerine uyma iki elle kullan gibi nasihattende geri durmuyorum. E tabi babamların da pek hoşuna gidiyor bu sözlerim. Bende kabardıkça kabarıyorum. Gel gör ki kabarmalarım tez sönüyor. Yahu meğer ne karizmaymış bisikletle tur atmak bizim hatun pek havalı. Süsler alıyor, şamyelle uğraşıyor türlü türlü etkinlikler yani. Hani diyebilirim ki erkekler için yeni araba ne ise, bizimki için de bisiklet o oluveriyor. Yahu biz de insanız az sorsana kullanmak ister misin? diye. Sorar mı aksine sen kaza yaparım demiştin aldırmadın diyip duruyor. Ölür müsün öldürür müsün. hay benim bu dilimi Ayder arıları soka! Dibim düşüyor dibim!.... Alooo duyan var mı? Allahım hayallare gark oluyorum kendimi onlarla avutuyorum. böyle kolumda saat tişöetümü giymişim şortumla bisikletim uyumlu saçlarım rüzgarda dalga dalga ve ben bisikleti büyük zevkle sürüyor, ekmek almaya, gazete vb almaya gidiyorum... amma velakin bunların hepsi hayal temmuz bitti bitiyor bir kez bisikletin bedenen ulaşamamışım. Bir kez isteyecek oldum "sen iki tekerlekli bisiklet kullanmayı bilmiyorsun demiştin ya kaza yaparsın annemler benden bilir" yanıtını alıyorum. Küçük hanım böyle uzmanlaşıyorsa bir dur demeli diye düşünüyorum. Bende kendimi farklı alanlarda uzmanlaştırıyorum: (eskiden kanalizasyon yoktu evin yanına giderler için kocaman kuyular açılırdı üstü kapalı olurdu adına da foseptik çukuru denirdi ) yeni yapılan içi boş henüz inşaası bitmemiş foseptik çukurlarına inmek, inşşatların en üstünden kum yığınına atlama, kumun çamurlaştırılarak yapılan bir çeşit kum savaşı, bezbol bozması bizim tur dediğimiz "tur" oyununda topu en uzağa atma yahut karşı takımın attığı toğu havadayken yakalama, sandal çalma vb vb vb liste uzar....

O yaz böyle bisiklet yüzü göremeden, eli elime değmeden geçti. Bizim hatun büyük iş çıkardı. Ertesi yıl buna yeni bisiklet alındı. Hatunun çetesi ve kendisi bana bisiklet sürmeyi öğretmeye çalıştı. Pek bi yeteneksiz çıktım. Bunların hiçbiri bişeycik öğretemedi. Bizim bakkalın eşi çok güzel yönergeler verdi bir sabah yine böyle azimle evden kaçırdığım bisikleti kullanıverdim. İlk gören bakkal teyzeydi. çok sevindi kadıncağız, bunun şerefine sabah sabah demeden bana bir şişe meyveli gazoz verirverdi. Emel bisikletten korkuyor diyip o küçük bisikleti başkasına verdi aile büyüklerim. Küçük hanımsa o yaz yine bisikletini vermedi. Bahanesi "banane sen istemiyorsun şimdi niye sulanıyorsun" oldu. Lakiiiinnnn ben sabahları çaldım. veeee bu hareketimden dolayı çok mutluyum...

Ne o yaz bisikletim oldu ne de ondan sonra ki yazlar kendime ait bisiklete binebildim. çok güzel kullandım akrobatik hareketler bile türettim sonraları lakin Arder arıları sokasıca dilim "o gün" tavan yaptığı için alınmayan bisikletin konusu tarafıma bir daha onay olarak getirilmedi. Kullandığım hiçbir bisiklet O ilk yaz hayalini kurduğum kardeşimin bidsikleti kadar haz vermedi...

24 Şubat 2012 Cuma

Neden Erkeklerin Yüzü Görünmüyor?

Bir haftadır sunum hazırlamaya çalışıyorum. Haliyle fotoğraf-resim gibi materyalleri de hz. google amcamdan toplamaya çalışıyorum. Hazır yeri gelmişken şu hz google amcama bir kezde buradan teşekkür edeyim. yahu görseller kısmı, akademik kısmı, çeviri gibi güzellikleri olmasa şu şu dünyayı nasıl çekerdim cidden bilmiyorum. bir zamanlar sevgilimi takip etmek maksadıyla dedektiflik yaptığımda falanda pek hayrı dokunmuştur bana. Hatta ve kella dünyamın forumlardan ibaret olduğu dönemlerde, efendime söyleyeyim böyle çok beğendiklerimi, bıngaldağından mıncırmak istediklerim yahut kafasına vura vura sinirimi çıkarmak istediklerim, başarılı hissi vererek hasetimden çatlamama sebep olanlarla gıcık olduklarımı sağolsun google amcan vasıtasıyla bulmuşumdur. Emme velakin şu an ki mevzum bu değil...

Şimdi efendim bir sunum hazırlamaya çalışıyorum google de görseller sekmesini tıklayıp ne yazarsam yazayım pek sevişken en az bir çift bulmaktayım. buraya kadar hadi iyi hoş diyelim. Lakin anlayamadığım resimlerin hepsinde kadının suratı görünüyor erkeğimizin sırtı... Lan mal diyesim geliyor bu kadar utangaçsan ne halt etmeye erkek arkadaşlarınla buluştuğunda hemencecik, yüzde sekseni kendi fantazinden ileri gidemeyen hatunu nasıl götürdüğünü anlatan hikayelerle giriş yapıyorsun? Yahu arkadaş bir fotoğraftada mı erkek suratı görünmez beyimiz biraz daha zorlasa hatunu tek başına sanacağız... MAAALLLLLL diye bağırmak istiyorum bu fotoğrafı çeken zihniyete de taliplisine de...

kadın vücudunun metalaşmasından başka bir açıklaması olmayan bu zavallılık açgözlülükle birleşince bu mal pozlar çıkıyor işte.

23 Şubat 2012 Perşembe

Anasını Sattımın Dünyası

Facebook'ta biri alıntılamış:
Mesela Yani Mesela diyorum;

Bu gece bir delilik yapsam.
Bıraksam mutfakta birik...en bulaşıkları, çeksem arkamdan kapıyı,
Kadın başıma, gitsem bir meyhaneyi dağıtsam.
... Fonda bir masa,
Arkada Sezen'in şarkıları çalsa.
Ben ağlasam.
Şişenin dibine dibine vursam..

Mesela diyorum;
sokaklardan bütün erkekleri kovsam.
Bu gecelik evlerinde otursalar.
Korkmadan dolaşsam bütün şehri,
Kimse dokunmasa bana,
Bir sandalda sabahlasam.
Alabildiğince kadın, alabildiğince özgür olsam.
Küfür etsem ağız dolusu, utanmasam,
Şehre isyanımı haykırsam.
Kim bilir kaç kere satılmıştır, bu dünyanın anası.
Mesela diyorum;
bu gece de ben babasını satsam..

Mesela Yani Mesela diyorum (Kader)

Aynen öyle işte aga aynen öyle. ulan şu zavallı otuz yıl içinde ne boktanlıklar yaşadım, tanık oldumsa aha onlardan biri daha. Ama yok yeminle öte tarafa bi göçeyim o dangalak işgüzar Lidyalılara yapacağımı biliyorum. Yani diyebilirim ki yıllardır o işgüzarlarla ahrette karşılaşacağım günün planlarını yapıp duruyorum. hayır bana en çok koyan onlar cennete ben cehenneme gidersem bu zımbırtık herifleri bulamayacak olmam iki dakika onlarda benimle aynı mekanda bulunuverseler hepsini ikinci kez ben gebertivereceğim.

Ulan hadi anladık biri eşeklik etti zıkkımın dibi parayı buldu sen ne halt etmeye "heee tamam dünyanın anasını ağlatalım" diyip kullanmaya başlıyorsun. hadi kullandın hangi tarafından zengin fakir ayrımı yapıp bizim gibi fukaraları ortadaz dımdızlak koyuveriyorsun? lan şaşkaloz sana bu hakkı kim verdi de para denen zıkkımı başa bela ettin. hadi sen görgüsüz zenginsin bulmuşsun oradan buradan iki üç demir parçası zenginim diye fink atmşsın bulamayan ne etsin neden düşünmedin.???

yıllar yıllar önce ulan istanbul senin ananı ağlatacak bi şahs-ı muhterem çıkacak diyip yollara kaldırımlara tekme attığım dönemleri hatırlıyorum. sonraları iş bulmuştum ulan istanbulun belini kırdık herhal sanıp çocukları herbiyere götürmeye çalışıyorum annem öğreniyor nasıl oluyorsa "kızım paranı millete harcama diyor" ulan diyorum bu nasıl denir gönül alıyoruz biz burada... Sonraları parasızlığın dibini görünce yine o malum istanbulun anasını ağlatma naraları atmaya başladığım günlerde pek muhterem eş dost en gıcığı akrabadan yana ağzımın payını alınca oturuverdimdi bitarafımın üstüne.

işte şimdi geçmişin ve bu günün muhasebesini yapıp durunca şu lanet olası lidyalılara, görgüsüz-açgözlü akraba milletine, parasızlığa nasıl sövüyorum anlatamam



22 Şubat 2012 Çarşamba

Nedir Bu Gün Uydurmalar? (Bu Gün Hangi Gün)

Özel günlere bir gıcığım bir gıcığım anlatmaya kalkışsam kelimeler kifayetsiz kalır. Yahu kardeşim iyidir güzeldir de bu zıkkım özel gün mantığı nasıl başlamıştır, kimden feyz alınmıştır. Kuvvetle muhtemeldir ki dini bir yönü mutlaka var bu zıkkım eziyetin.

 Farz-ı misal anneler günü... Bu özel gün bin dokuz yüzlü yılların ilk çeyreğinde annesi ölen bir kızın annesinin üye olduğu kilisede başlattığı kampanya verdiği iki üç yıllık mücadelenin eseri olmasına rağmen eski yunan'da tanrıların anası kabul edilen Rhea onuruna kutlandığını biliyorum. daha sonra iş ilerlemiş İngiltere'de falan kutlanmış sanırım on yedinci yüzyıl dolaylarında başlayarak. Hatta öyle önem veriyorlarmış ki evinden uzakta yatılı çalışan kızları o günlerde evlerine yollar anneler gününü kutlamalarına teşvik ederlermiş. böyle pastalar bilmem neler falan olurmuş. Öyle bizim gibi yılın bilmem hangi günü değilmiş periyodik aralıklarla olurmuş bu iş. Ya acaba hediye alıyorlar mıydı? hakikaten merak ediyorum. Hayır esasında türkiye ve bazı iskandinav ülkeri ve birkaç ülke haricinde mayısın ikinci pazar günü anneler gününü kutlayan ülke yok. Evet kutluyorlarda onların tarihi neyin farklı...

E babalar günü için duyduğumuz rivayetlerde pek farklı değil. Birinin annesi vefat ediyor babası ona hem analık hem babalık ediyor ve böylece babasına minnetini ifade etmek için kutlamaya başladığı gün yayılıyor dünyaya maal oluyor. Yahut annesi son çocuğunu doğururken vefat ediyor baba altı çocuğa bakıp yetiştiriyor bunlardan biri yine minnetini ifade eden böyle bir güne kollarını sıvıyor ve ve bir şekilde dünyaya yayılıyor

Narararannn sevgililer günü... Bu şahane-i muhterem günü anlamtmama gerek var mı anason? hayır o kadar google çocuğusun, benden fazla buralardasın, gez toz babana sor Aziz Valentine dostumuzu öğren. Benden söylemesi. Bilmemek değil öğrenmemek ayıptır ona göre...

Doğum günü kutlamaları, evlilik yıl dönümleri, tanışma-öpüşme-sevişme-nişanlanma-isteme-söz hay anasını yaz yaz bitmiyor işte bu tür zımbırtıların olduğu gibi bir de meslekler için özel günler vardır realde... Öğretmenler günü, tıp bayramı, hemşireler günü, sağlık çalışanları günü, gazeteciler günü, o günü bu günü şu gübü liste uzun çok uzuuunnnn. Birde mesela sigarayı bırakma günü, meme kanseri haftası, aıds, gibi sağlıkla ilgili bilinçlenme ve farkındalık hafta ve günleri olduğu gibi sosyal bir takım farkındalıklarda daha doğrusu mesjlarda vardır. misal; dünya anadili günü, dünya komşular günü, dünya arkadaşlar günü vb. gibi...

Özellikle anneler ve öğretmenler günü ile ilgili farklı bir zaman içinde seninle paylaşmak istediklerim var. Amma veakin şu an için zihnimde ki bir takım soruları seninle paylaşmak istiyorum:

Şimdi bu mesleklerle ilgili günler var ya, o günlerde amaç mesleğin sorunlarını dile getirmek, birlikte çözümler üretmek, mesleğin saygınlığını ortaya koymak gibi temel maddeler olarak listelenebilir. Gel görki televizyonda ve gazetelerde alınan düşük ücretler, yapılan haksızlıklar oldu ise yürüyüşler gibi rutin muhabbetler yapılır. Ondan sonra da bunları kanıksayanlardan medet umulur. Böyle günler var diye öğretmenlerin yüksek maaş aldığını görmedim. Doktorun dayak yemediğini görmedim. vs vs vs

Şu sigarayı bırakma günü... Yeminle ben bu yıl ki 9 Şubat'ta hiç içmediğim sigarayı içtim güya farkındalık yaratacaktı. Ne oldu hani farkındalık? sen işi bilmiyorsan benim kabahatim ne? Hele şu komşu gününe hayranım hangi sivri zeka çıkarmış bu günü ya? ülkeler açısından baksan hiç bir ülkeyi görmedim ki kapı komşusu diğer ülke ile can ciğer kuzu sarması... asıl en fazla kavga edenler sınır komşusu ülkeler. Hadi bir de sınır içi komşulara bakalım; vallahi benim çocukluğumda komşuların en büyük kavgaları, senin balkon benim yatak odasına bakıyor, senin kapı benim bahçeye açılıyor gibi abukluklardı. Hele bir de meyve ağacı varsa asıl kıyameti o zaman gör sen!!! Göz hakkıymış... Pehhh!!!! külahıma anlat sen ben o bahaneyle armut elma vb koparan çocuğun önce komşudan sonra anasından yediği meydan dayaklarına tanık olmuş bir dönemin çocuğuyum.

Bu yıl ki sigarayı bırakma gününde twitter'de sol tarafta ki popüler  tt sıralamasında dünya çikolata günüde vardı. o günü kutlayan yahut fikir beyanında bulunanlar görünüyordu. E bizimkiler boş durur mu? Anasının karnından Hollanda çikolatasıyla, Alman Çikolatasıyla İngittere'ye göz kırparak doğan yurdum insanı da yüz yıllardır kutlaya geldiği dünya çikolatalar gününu görünce boş durmadı davrandı klavyeye. E artık allah ne verdiyse yazıverdi yiğitlerim böylece bu müstesna günde de yurdumuzu dünya üzerinde temsil etmiş oldular. O dakikalarda nereden çıktığını, (günahını almayayım ama ben Okan'dan şüpheleniyorum)= kimin ürettiğini bilmediğim bir tt çıkıverdi: Götünüzden Gün Uydurmayın anam yetişmenin mümkünatı yok bi hızlı ilerliyor ki sorma gitsin. coştuk tabii... İşte o ttler arasında en beğendiğimi haçan seninle paylaşmak istiyorum ki hislerime tercüman olsun sende konuyu daha iyi anlayıver:
2 kaşık nutella yedınız diye yıllardır salçalı ekmek yıonuz 1 kere kutlandz mı salçalı ekmeği..

İşte caliskansungur (SUNGUNyanlış yazmışım  :) ) adında ki bu kullanıcı o gün hislerime tercüman olmayı başaran yegane twitdaşımızdır.
allah klavyesine zeval vermeye

21 Şubat 2012 Salı

İki Yıl Dayan

Şu dünyada teknoloji ile ilgili bir araştırma yapılsa kuvvetle muhtemeldir ki en bahtsızlar sıralamasında zirveye oturuveririm. Yahu bu kaçıncı format???

 bilgisayarım sevgili emekdarım Bay Emekçi uçuyorrr!

Tam olarak hatırlamıyorum ama sanırım eve ilk bilgisayarın girdiği tarih 1998di. Bilgisayar vardı ama internet bağlatmamıştık henüz. Öyle sanıyorum ki hatta ne sanması öyle eminim ki,bunun en büyük sebebi eve gelecek telefon faturasından ziyade annemi arayacak konu komşunun daha doğrusu annemin arkadaşlarının telefonun sürekli meşgul sesini dinleyip daha sonra anneme ulu orta "seni aradım telefon meşguldü, kızlar ne kadar uzun konuşuyor öyle" gibilerinden pek kıymetli gözlemlerini iletmeleri ihtimaliydi. E ne de olsa bir evde iki genç kız yaşıyorsa ve bu evin telefonu sürekli meşgul çalıyorsa bu kızlar telefonda erkeklerle konuşup bi haltlar yiyordu. E durum böyle olunca bizim "namus abidesi" akraba, konu komşu gibi muhtelif namus bekçilerimizin ağzına laf vermemek uğruna alınmış nice esaslı önlemden biridir eve internet bağlatmamak. Ya herşey iyi hoşta internetsiz bilgisayar ne işe yarar diye niye sormamışız onu anlamıyorum bizim bu soruyu sormamız 2003 yılını bulmuştur.

Sanırım 2004 yılı sonuydu internet kullanırken telefonun meşgul çalmadığı gelişmesini öğrenip alt katta oturan eniştemin modemden bizim eve de bir adet kablo çekmek vasıtasıyla evimize internet girmiş oldu. Ne olduysa ondan sonra oldu. bizim iki ve üç numara anında msn adresi aldı üç beş arkadaşıyla msnde konuşuyor. evde bir kavga kıyamet ki öyle böyle değil. yok sen şu kadar oturdun ben bu kadar oturdum. Ama benim hava bin beş yüz ne de olsa o bilgisayarı eve alan şahs-ı muhterem bendenizim bu ne demek parası benden çıkmış demek böyle olunca da bana bir saygı bir hürmet öyle böyle değil. Lakin şansıma bilgisayar kızkardeşimin odasında ve interneti bağladığımız kablonun uzunluğu başka odaya taşımaya yetmiyor. kızımız durumu yani benim korktuğum ince ayrıntıyı çakmasın diye elimden geleni yapıyorum. Despot despot kurallar koyuyorum. Ve haliyle ben evdeyken bilgisayar başına oturan ve kalkmayan şahıs oluveriyorum kimse tek kelam edemiyor. Dua etsinler evden ayrılmak zorunda kaldım ama eve döndüğümde halen kral ben oluıyordum.

İşte böyle güzel günlerin ortasında bilgisayara anlamadığım birşey oluyor ve eniştemi çağırmak zorunda kalıyoruz. format falan gibi şeyler söylüyor adam bir oturuyor akaşamın bilmem kaçında kalkıyor bilgisayar başından ben sevinçle tekrar kaldığım yerden devam ediyim diyip müzik açmaya kalkışıyorum o da ne? müzik falan yok. Meğer C diye bir alan varmış herbişeyi oraya kaydetmişiz format atmak ne demek böylece öğrenmiş oluyorum...

O gün bu gündür çok dikkatli kullanıyorum şu zıkkımı. Hatta diyebilirim ki benim kadar özen gösteren inan yoktur. Gel gör ki sakındığın göze çıban batar misali her birşey geliyor şu gariban bilgisayarı buluyor. indirdiğim tezleri, fotoları, eğitim notlarını, kısaca önemli ne varsa herşeyi taşınabilir hard diske kaydettikten sonra mailime yollarım cdlere atarım bana mısın demez başına birşey gelir bilgisayarı virüsten-çerezden herbişeyden korumak uğruna almadığım önlem yoktur yine aynı. format format format ve her formatta yalvarırım bilgisayarcığıma ne olur iki yıl dayan inan bak seni bir daha ağır şartlarda çalıştırmayacağım diye (bu sözümün sebebi hep iki yıl sonra paramın olup yeni ve sağlam bir bilgisayar alacağıma inancımdır ne edemki kaç iki yıl geçti halen emektarımla beraberim)

Geçen yıl bir arkadaş yanlışlıkla bilgisayara kahve dökmüştü bir başkaarkadaş bu işlerden anlarmış bilgisayarı parçalarına ayırıp temizlemeye çalışıyor. Allahım daha önce kendimden hiç böyle utanmamıştım ne iğrenç ne pismişim ne zor şartlarda çelışmaya çalışıyormuş emekçi bir toz çıktı kafam kadar garibim bana isyandaymış meğer. Çocukcağız emekdarı temizledi kuruladı bana verecek bir hatırlatma da bulundu: "soğutucun çalışmıyor değiştir" Anam ne diyorsun sen bu bilgisayar bana iki yıl daha dayanmalı param yok neyle değişteyim? "o zaman önemli değil sadece bilgisayarın ömrü azalır dedi. yahu diyorum iki yıl dayanmalı. Böylece bir yılı daha tamamladık emektaaarımla.... veeee geçen hafta yine format yemek zorunda kaldı garibim hayır nereden buluyorum nasıl bir çekciliğe sahibimde bu zıkkımları topluyorum bilmiyorum garibim tamamen hayata gözlerini yummuştu. O günlerde garip sesler çıkıyordu uçak kalkmak üzere sanırsın duysan.

İstanbul'da kongre varmış geçen hafta iki arkadaşa söz verdim birlikte hazırlanıp üçümüz gidelim diye. Güya araştırma yapacağım ne zaman kendi bilgisayarımı açsam tam akademi sayfalarına giriyorum ki benim emektar başlıyor wwwuuuuuuuuuuuuuuuuu wwwuuuuuwwwwwuuuuu diye ses çıkarmama e garibim kucağımda yemin ederim şu yağ eritmek için kullandıkları cihazlar halt etmiş yanında o kadar yani. Ve haliyle halen daha çalışmaya başlayamadım şu an bile uçak uçtu uçacak gibi emekçim

Anason dua et iki yıl dayansın emekçim ve bu aralar bozulmasın şu bildiri özetini yollayayım

20 Şubat 2012 Pazartesi

Sosyal Medyada ki Zavallılık

Bu gün Twitter'da Okan Bayülgen'in RT yaptığı bir twit gördüm. twitte kendisine hitaben;
 "1 milyon küsür takipçin var 17 milyon küsür takipçisi olan 700 milyon defa klibi izlenen birisiyle dalga geçemessin sen !"
yazıyordu.  bu twitin açılımı nedir, maksadı içeriği nedir, yahut neye tepkidir bilmiyorum bilmek gayesi ile de yazmıyorum şu an. derdim o dur ki; bu tiwit geçenlerde Twitter'de takipçi sayısını artırmak uğruna yapılanların açıklanmasını hatırlattı. Facebook'ta beğeni sayfalarını vbleri para karşılığı artırıp sattıklarını biliyordum lakin, Twitter'de böyle bir çalışma olduğundan haberim yoktu. Komik geldi önce amma velakin komedi daha sonra yerini düşünmeye itti. Öyle ki insanlar kendi aralarında konuşurken "aa biliyor musun falancanın bilmem nekadar takipçisi var" gibi cümleler telaffuz ederekten söz konusu twitterdaşın popülasyonda ki önemini hepimize arz ediyor. Hatta öyle ki buralarda fazla takipçisi olmayan silik, ezik yaşaması mucize olan bir bitkidir. Bitki olduğu durumu zamane çiçek çocukları tarafından anlaşılmış olacak ki eline saksıyı alan mahremini kapayacak şekilde tutup "pek bi seksi" (öğğ) halde fotoğraf çekip twitter'e atmışlığı vardır.

Sözkonusu bahsimizde pampişler, cicişler önemli yer alırlar gel gör ki halen daha "ezik" denebilecek bir konumdadırlar zira, henüz milyonuncu takipçiye ulaşamamışlardır. Dileğimiz kendilerinin enyakın zamanda on yüz milyonlara ulaşaraktan kendilerini ve ülkemiz twitter'nin ayaklar altında ki karizmasını tutup yerden kaldırmaları ve bizi "evren"de en iyi şekilde temsil edebilmeleridir.Böylece,  millet olarak zor sınavlar verdiğimiz şu günlerde başta Fransa olmak üzere tüm dünya dize gelecek ve bize hak ettiğimiz saygıyı göstereceklerdir.

Neler denenmiyor ki twitter'de popülerlik uğrun. Bir zamanlar "televole" beyleri ve hanımları beceriksizmiş dedirtiyor. abuk fotoğraflar, twitdaşın kendini yansıtmayan aristokrat havayla yazılmış özümtrak sözlü yazılar vb... En çok güldüklerimde son haftalarda Pucca taklidi ve özentisi ile yazılan Pucca bozması eğreti cümlemsiler.

Okan'ın  RTlediği twit bana bunları hatırlattı. düşünsene milyonlarca takipçin yoksa sen insan değilsin. Hayır anlamadığım Danimarka'da Hz. Muhammed'in karikatürünü çizen karikatürist için yapmadığını bırakmayan halk daha sonra başbakan Erdoğan ilgili bir karikatürde eyvah mizah elden gidiyor, sanata el uzatılıyor, düşünce özgürlüğü bittiv diyenlerle aynı kişilerdi. sanırsam o günlerde twit bu kadar önemli bir "YAŞAM" aracı değildi o günlerde. yoksa yine sanal twitdaşlarımızın takipçi sayısına bakıp dikkate alacak ya da almayacaktık bu sözleri.

Şimdi benim twitterde otuz küsür takipçim var ve genelde onların büyük bölümünü de reelde tanıyorum. Zaten reelde tanımadığım birinin beni takip etmesi de cidden komik yahut korku veren bir olaydır. evet komiktir zira takip edilecek önemli bir şahsiyet değilim yaşama armağanım sadece pis bir karbondioksit. Evet korku vericidir zira, benim gibi korkaklar böyle durumlarda bilgisayarına virüs girdiğini ne bileyim şifresinin çözüldüğünü falan düşünür ve komplo teorileri üretir. ahh ahhhhh sevgili ve hürmetli twitdaşlara göre ben eziğin önde gideniyim :D :P

bunu teknoloji özürlü olarak gerçek dünya ile anlamlandırmaya çalışıyorum. şimdi Çin'in nüfusu  milyarlarla ifade ediliyor ya bizim gibi yetmiş milyonluk ezikler Çin malı almayın onlar kalitesiz ve sağlıksız dememesi gerekiyor. hatta yeryüzünde bu durum yasalarla güvence altına alınmalı biz kimizde koskoca bir nüsufa sahip goccaman Çin'in mallarını beğenmiyoruz. Allahın ezik yetmiş milyonu ne olacak!

Ah aahh benim üç bi tarafı ezilmişlikle, garibanlıkla çevrili güzel yurdumun gariban insanı, kendisi hep emir almış aldığı emirle ay sonuna yetmeyen maaşını üç çocuğuna yetiştirmeye çalışmış cümle aleme parasızlıkla rezil olup okuyamamış "oku evladım okuda baban gibi eşek olma" desturu ile okuyan veya çççoookkkkk para kazanan evladının başarılarını büyyük gururla anlatmış büyüklerim gardaşlarım ve de gızgardaşlarım ne olurdu sanki yüceliğin nicelik değil nitelik olduğunu bileydin, Mevlana'nın her bi sözünü her allahın günü facelerde macelerde paylaşan yurdum insanı az o cümleleri okuyup anlayabileydin ne olurdu? mizah'ın insanın hürriyeti olduğunu bilebileydin, sövdüklerini alkışlayabileceğini de , alkışladığına usturupluca sövebileceğini de bileydin. insanın hayvandan farkının beyin olmadığını beynini kullanabilme kapasitesi olduğunu anlayabileydin ne olurdu...? Aman neyse bu böyle uzar gider ve tarafımdan  twitter'e söz söylemek olmaz ne de olsa otuz küsür "tanıdık" takipçi sayım ile ben bir eziğim.

Ha anason ben mi? beni ararsan halen anason kokluyor olacağım

Nah İyi Annesin!!!

 Altı kişiye bir kitap düşen güzel ülkem insanı artık nasıl oldu nereden akletti bilemiyorum bir anda kişisel gelişim ve anne-bebek kitapları okur oldu. Allahım yarabbim televizyonda, internette, gazetelerde nereye baksam her yerde bir çocuk eğitimi serisi mevcut. Yahu  benim çocuk gelişimi okumamı mı beklediniz "evreka"ya varmak için? E malum gelişim, anne karnında başlıyor ya haspamlar eğitime haliyle hamileyken başlıyor. Beslenme şekillerine dikkat etmeler, zeki olsun diye Mozart dinlemeler, ingilizce kursuna gitmek falan  tüm bu eziyet çocuk anne karnında gelişsin beyni süpern beyin olsun diye. E garibim halkımda ciddi bir aşağılık psikolojisi olduğu aşikar. Kendi olamadığı "şeyi" çocuğunda bulmak isteyip onunla gurur duymak, onurlanmak, başarı öykülerini başkalarına aktarmak istiyorlar. Bunun içinde her türlü işkenceyi kendilerine mubah saymak gibi bir trajikomikliğin yarışındalar.

Garibim çocuklare süper beyin olup ana-baba ve yetmiş yedi sülaleyi hatta ve kella kıskanç mahallelinin bile yüz akı olmak için anne karnında başlayarak çıktıkları harp meydanında kreş, anaokulu, etüdlerle yoğunlaştırılmış ilkokul, testler deneme sınavları handigabında sabahın bilmem kaçında uyanıp benim ağırlığımda ki çantaları sabahın karanlığında dershaneye giderek sırf aile büyüklerinin iradesi, şayet şanslı ise kendine verdiği gazla gittiği üniversitede ki herhangi bir bölümü giriyor. İlk başta yüz akı oluyor amma velakin ölene kadar da hep yaranma gayesiyle yarış atı olmaya devam.

Çocuk gelişimi okumaya başladığım ikinci yıl, bir hocam "bilseydim çocuklarımı kitaplara bağlı yetiştirmezdim." demişti. kadıncağız kitapta yazan ve öğrencilerine öğrettiği şekilde eğitim vermiş ikiz çocuklarına. Çocuklar 6 yaşına geldiğinde hatasını anlamış zira çocuklar resmen uzaylı gibiymiş gerçek dünyada...

Bu kadar yazının asıl sebebine gelince;

Önce ki yaz biriyle tanıştım. Hatunumuz çok genç yaşta anne olmuş bir okul öncesi öğretmeniydi. E az buçuk meslektaş sayılırız diyip. kadınla birkaç hafta görüştüm. (Bayan bilen diyeceğim adına) Bayan bilen popülasyonda ki diğer benzerleri gibi kendini dünyanın en başarılı annesi! kızını çok iyi yetiştiren hatta kızının üstün zekalı olduğunu iddia eden bir zat oluverdi. Yahu dedim Emel bu böyle konuşuyorsa sen buradan uç. Zira biliyorum böyleleri umutsuz vakadır uğraşmak imkansızdır. Olan her daim çocuğa olur. Hayır yapılacak birşey varsa bunlar için inan anason ben bilmiyorum. derken kızıyla tanıştım adı; Çikolata... Çikolota ilk başta sürekli benimle vakit geçirmeye çalıştı. (bu iyiye işaret değildir gözlem yapmak lazım) annesini ikinci plana attı. Beni yaşamında garantilediğini anladığı an burnuma (burnum iki metredir) yumruğu indiriverdi. birkaç gün sonra yeni birileriyle tanıştı durum yine aynı oldu. Ben ikinci plana, annesi üçüncü plana atıldı. Birkaç haftamız böyle devam etti. Kaldığım yerden taşındım. Bayan bilen bir gün beni aradı uzun uzun havadan sudan konuştuk. Çikolota iyiye gideceğine daha da kötüye gider olmuş. (davranışsal olarak) Zaman zaman yine telefonda konuşuyorduk, geçen yaz bir gün onlara gittim geceyi orada geçirecektim. anladım ki Bayan bilen modaya uyup kızı bale, keman jimnastik dersleri alsın diye yani= çocuğuna "daha iyi bir yaşam ve gelecek için çikolata bir yaşına geldiğinde iki işte birden çalışmış. Çikolata anne-babasını doğru düzgün göremez olmuş. zaten dört yaşındaykende boşanmışlar ve çikolata annesiyle yoluna devam etmekte. Annesi bayan bilen kendine yeni çevre edinme sevdasına ve "kitaplardan " öğrendikleriyle anne olmaya devam ediyor.

Şimdi ben bu meslektaşıma birşey birşey demek istiyorum: O kitaplarda temel güvene karşı güvensizlik başlığı vardır. rica ediyorum git onu öğren ve psikologlara harcadığın para sende kalsın. elaleme cakas atacağına özüne dön bak ne güzel olacak herşey....


19 Şubat 2012 Pazar

100 numarada olmak ya da ol(a)mamak

Valla bana biri gelip sorsa "sence dünyanın en rahat yeri neresidir?" diye ilk cevabım tuvalet olurdu. Gel gör ki dünyanın o en rahat ve huzur veren mekanına ulaşmak bendeniz için dönem dönem çeşitli zorluklarla olmuştur. öyle ki neyin nesi ise, çocukluğumda korkak biriydim ota sapa her bi halta korkardım tek başıma odadan odaya geçmek şöyle dursun evin dışına çıkıp yüz bilemedin yüzelli metre ileride ki çöp dökme alanına bile gidemezdim. Ah şimdi düşünüyorum peygamber sabrı varmış anne ve babamda ve de teyzemde zira bu zavallı halimle hep onlar uğraştı.

İşte böyle bir çocuk için takdir edilir ki tuvalete gitmek en büyük işkencedir hele hele onunla başa çıkmaya çalışan aileye ne demeli? çocuğun çişi gelir ıkına sıkına tutmaya çalışır korka korka etrafa bakar birilerinin onun bu gariban ve yardıma muhtaç halini fark etmesini bekler ve çoğunlukla da az bişey kaçırır. Hele bu tuvalet maceralarının en acısı gece vakitleri yaşanır. Bu durum bizzat tarafımdan tasdik olunmuştur. (altına kaçırıverirsin yahut saldım çayıra anam kayıra eylemine başvurursun)

Yaşım 12ydi sanırım kendimce bir çözüm geliştirmiştim. Annem (pek çok Türk annesi gibi) yoğurt kaplarını biriktirme işini abartmıştı. Bir gün bu büyük hazineyi görmemle gözümün önünde bir "ampül"ün yanması bir oldu. Yoğurt kabını aldım yatağına saklayıverdim. O gecede ev halkının uyuyacağı tuttu ne hikmetse normalden fazla sayıda da tuvalete gittiğimi hatırlıyorum. Ev halkı uyuyunca yine çiş seyansı başladı allem ediyorum kallem ediyorum yok efendim kimse gürültüye uyanmıyor bu da bende yüzyılın buluşu diyeceğim icadımı denemek için cesaretlendirdi. Gizlice yatağın altından yoğurt kabını aldım donumu indirip az evvel biri uyansında beni tuvalete götürsün diye beklediğim vatandaşların uyanmaması için büyük çaba ile olabilecek en sessiz şekilde kabı sidikle doldurdum kimse fark etmedi...

sabah oldu sıra bu kabı imha etmeye geldi yarabbi sen yardım et nasıl yok edeceğim bunu. Hatırlamıyorum ama bir şekilde o kabı boşalttım poşete koydum. Evden çıkarken annem fark etti "onu nereye götürüyorsun" dedi okulda deney yapacağız öğretmen istedi dedim. evden çıktım uzzzuuunnnca gittikten sonra çöpe attım. Bir süre devam etti bu ama foyam ortaya çıktı. sonrası malum....

Az önce yine o muhteşem buluşumu kullanmaya kalkışacaktım. Zira yaşadığım ev eski bir bina ve sobalı bir ev. oturma odamızın kapısı tam olarak kapanmıyor antreden inanılmaz bir soğuk geliyor keza pencerelerden de... Eşimde kendince dahice bir çözüm bulup birkaç saat önce kapı ve pencerelerin muhtelif yerlerini gazete kağıtları ile kaplayıverdi. Şimdi kapıyı açsam adamın binbir güçlükle yaptığı bu işi batıracağım. Sırf emeği yüzünden ve dışarı çıkmayacağıma verdiğim söz yüzünden mal gibi oturuyorum koltukta ama öyle böyle deil mesane ha patladı ha patlayacak. Allahım kap map aramayıp odanın ortasına işeyesim var.

Ama büyüyünce insan o kadar cesur olamıyor. Dayanamayıp kapıyı açtım ve tuvalete gittim. Sevgili kocacığım binbir güçlükle yaptığın işin içine ettiğimin farkındayım özür dilerim. Buna rağmen bilmeni isterim odanın ortasına "etmemden" çok daha iyi bir eylemdi

Seni seviyorum.... Söz sırf senin için kapı ve pencerelerimiz için maharetli hanımların sitelerinde turlayıp çözüm yolları öğrenecek sonra da bunları örmeye yahut dikmeye çalışacağım.


18 Şubat 2012 Cumartesi

Allahım sana hamd olsun Erol Köse'nin küçük harflerle yazdığı günleride gösterdin bize

Bir dönem dünyadan elimi eteğimi çekmiş bir çeşit depresyona girmiştim. kendimi dört duvar arasına kapadıktan sonra kısa sürede o dört duvar içinde bütün dünyayı ayağımın altına alan bir kutu girdi yaşamıma (bana sorma zahmetinde bulunmadan) sanırım ilk msn adresimi de o dönemde almıştım ozamana kadar tema, mynet,greenpeace vb gibi sitelere girdiğimi hatırlıyorum. dönemin sonuna girerken bir arkdaş hızlı yazmak istiyorsan chat yap acayip hızlı yazarsın dedi amma velakin ilk başta korktum sanırım bu korkuda dönemin ana haber bültenleri ile gazete haberleri etkili oldu (vay be o zamanlar gazete ve ana haber bültenleri vardı ve seyrederdim he! şimdi fark ettim) kuvvetle muhtemeldir ki anacağızımın akşam Reha Muhtar'dan öğrendiği "internet tuzakları"na bende ziyadesiyle kulak kabartmışım. korku geçmiş olacak bir kaç chat sitesi ile tanıştım o malum dört duvar arasında aaa hatta şimdi hatırladım bir bayram günüydü ilk sohbetim. gel gör ki inanılmaz sıkıldım bir bilemedin taş çatlasın iki hafta kadar hızlı yazma sevdasına chat kültürünü çekmiş olma olasılığım çok yüksek. nihayet sevgili kutu iyice içine çekti artık iyiden iyiye nette vakit geçirmeye başladıktan sonra gün geldi forum siteleri ile tanıştım. büyük bir oburlukla daldığım forum siteleri hoşuma gidiyordu. adeta evimin mahallesi gibi geliyordu bu forumlar kimi kapı önünde tartışıyor, kimi camdan sarkıp geleni geçeni dikizliyor, kimi dedikodu malzemesi bularak "gün" düzenliyor, kimi çocuk bahçesinde gibiydi. o oburlukla pek çok foruma üye olmuşumdur. üye olurkende aldığım msn adresi pek bi işime yaramıştır. foruma üye olurken forum kurallarını kabul ediyorum diye bir kutucuk olurdu bunu da tıkladıktan sonra işlem bitmiş üye olmuş oluyordunuz mailinize gelen linkten onay işleminizide yaptınız mı geçin pc karşısına dünyayı kurtarın.

İşte o kutucukta yazan forum kurallarını kabul ediyorum'u tıklayıpta ulan neymiş bu kurallar diye baktığınızda bir takım maddeler görürdünüz bunlardan biri de forumda büyük harfle yazma yasağı idi. zira büyük harfle yazmak karşında bulunan yani konuştuğun kişiye bağırdığın-hakaret ettiğin anlamına geliyormuş. bunu öğrendikten sonra önemli bulduğum kelimelere vurgu için kullandığım büyük harf haricinde hiçbir cümleyi tamamen büyük harfle yazmamış olmakla birlikte ne hikmetse hepimizde yazanları da uyarma durumu olurdu. hatta aa bu yeni bile dediğimiz adeta anlından okuduklarımızda olurdu.

Aslında büyük harfle yazma olayı nette yalnız forum için geçerli bir kural değildir. Esasında bence iyidir de zira saldım çayıra mevlam kayıra durumlarını frenlemek gibi bir misyon üstlenir.

Twitter'de Erol Köse abimiz dikkatimi çekti sanırım ilk kez yazın son aylarında kendisinin üye olduğunu fark etmiştim hatta o dönemde cidden tartışma yaratıyordu yazdıkları ile sonbaharda Demet Akalın "twitter'e girdiğimde ilk baktığım kişi Erol Köse gibi bir cümle yazarak Köse'nin gündem konusunda ki önemini bizzat belirtmişliği bile vardır. hakikaten gündemi değiştirme gücü olan yazdıklarında dikkat ettiğim odur ki kendisi küçük harf kullanmayı bırakmış yahut kullanmamış biridir. her seferinde bu adam bize bağırıyor kardeşim derdim kendisinin yazdıklarını görünce ve yazının anafikrinden önce içine düştüğüm bu bağırılma durumu sayfasından uzaklaştırırdı beni. bu gün gördüm kendisi son twitlerini küçük harfle yazmış nasıl mutlu oldum nasıl mutlu oldum anlatamam umarım bu güzellik daim olur.

Kahramanım Olur musun?

yaşadığım şehirde sinema-tiyatro, alışveriş merkezlerinde kazak- hırka vb almak şöyle dursun, öyle her istediğinde su - elektrik kullanmak, her istediğin tv kanalını rahatça seyretmek, istediğin zaman mutfak alışverişi yapmak gibi yaşamın rütin gereklilikleri ve harcamaları yapılamıyor. bu şayet polyanna'ya bağlarsan kendini, metropolden buraya göç etmiş biri için herşeyden önce "yaşam düzeni"ne sahip olmayı sağlıyor sanırım başka bir işe de yaradığı yok. Neyse şu an için konum bu değil.
Tv kanallarını seyredemiyoruz burada. Zira en küçük bir hava değişikliği bile kanalların hayatlarını kaydırmaya yetiyor. malum yılbaşından beri Star Tv alıcılarını değiştirdi teknoloji özürlü bende Behzat Ç. ve 1Kadın1Erkek hatırına bu kanalı aramaya koyuldum ne olduysa o andan itibaren oldu ve tüm tv kanallarının hayatı son buldu. tamda o günler de TRT'de 80'ler adlı bir dizi başlayacak bende tv hayatıma böylece devam ediyor olacak, nostalji fantazime buradan devam edecektim ki TV8 ve TRT bir anda uf oldu. Meğer pek çok kişi bu iki kanaldan da mahrum kalmış.
Aman efendim konu o da değil. asıl konu yine teknoloji malum Okan Bayulgen TV8'de bir çığır açıp günlerce program yapar oldu. ve gerçekten içi dolu konuları kendi uslubu ile gündeme getirince de hani o programlar tadından yenmez oldu. E dedim netten seyrederiz arkadaş hay demez olaydım o cümleyi kurdum kuralı kanal nettende seyredilemez oldu. yani yayınladığı süre ile yayınlayamadığı süreyi değerlendirsek amaaann boşa sinirlenme diyip kitaba dönüş yapıyoruz. bu teknoloji içinde teknolojiye yaklaşma sorununun göbeğinde programdan az çok birşeyler anlamaya çalıştığım tek yer ise Twitter oluyor bu durumda. Az çok birşeyler öğreniyorum konu ile ilgili. yine böyle bir günün sabahı twitter'de benim kahramanım sensin diye bir tt çıktı karşıma bu nedir yenir mi içilir mi diye bakarken gamzeicin1tupkan tt'si beyin hücrelerimi kana buladı. Aradım taradım konuya girdim. Yarabbi bu nasıl iştir ben yıllarca didindim Fatih'in geldiği yaşa geldiğimde ayaklarımın ve bacaklarımın gücü ile göğsümü gere gere tek başıma güçlü bir kadın olmaya çabaladım amma velakin Fatih'in yaşını çoktan aştığımda daha ben bir halt olamamışken bir gün abim 28 yaşında lanet olası gerizekalı bir trafik kazasında yaşama gözlerini yumdu. o vefat ettiğinde 28indeydi avukattı ve memleket sevdası ile gittiği Samsun'da yalnız yaşıyordu gözlerini memleketinde tek başına güçlü-adil-düzgün bir adam olarak yumdu. Aynı günlerde diğer abime kanser teşhisi kondu. O evliydi iki çocuğu vardı bir nevi tek başına karısı ve çocuklarıyla yaşamın ona verdiği ne kadar yük varsa hepsini birden lütuf kabul edip sırtlamış İstanbul'un pis ve tozlu yollarında yaşamaya çalışıyordu. kemoterapi başladı Cerrahpaşa'da yatıyordu bir süredir çocuklarını görmemişti "yasaktı" zira ve o günlerde ilik nakli çıktı doktorun ağzından bir pazartesi günü yanına gittim konuşmaya çalıştık perşembe günü çocukları götüreceğime söz verdim ama sözümü tutamadım. Neyse ki anneanneleri çocukları götürmüş. gizli kaçamak kızı ile görüşmüş abim ve akşam daha biz testler için kan veremeden ve ben o lanet sözümü tutamadan tek bir kare fotoğraflarını çekemeden yoğun bakıma alınmış. yine de umutluyduk biliyorduk ilik bulunacaktı iki yaşında Mustafa babasını tanıyacaktı. Ama olmadı pazar sabahı vefat etti. Esra babasını hayal meyal hatırlayacak Mustafa anlatılanlardan ürettiği anılarını hatırlayacak. abim öldü 28 yaşında
iki mezarım var şimdi 28 yaşında....
Canım Gamze'm... O da 28 yaşında o da anne... istemiyorum-kabullenemiyorum onun evladının annesini gazete resimlerinden, Türkiye'yi uyandıran kampanyanın kahramanı olduğu videolardan, söylemlerden hatırlamasını!!! Ama evet bilmeli annesi ne olursa olsun bir KAHRAMAN zira Türkiye'yi uyandırdı yattığı yataktan kaldırdı, oturduğu koltukta büyümüş kıçını kımıldattıyüzlerce, binlerce insana aynı zaman da büyük umut ışığı oldu, büyük bir boşluğu anlamsızlığı doldurdu Gamze. bilmek zorunda oğlumuz.
Ve ben 28'imi geçtim artık halen daha da dünyaya tek armağanım pis bir karbondioksit. bu dünyayı benden daha çok hak edenler var. Teomanlar, Ersinler ve Gamzeler var. benim çocuğum yok anne kelimesini duymayacağım kendi çocuğumdan bana ihtiyacı olan bir çocuğum olmayacak ama anne demek zorunda olan çocuklar var.
Yaşadığım bu şehirde bir haftaya yakındır uğraşıyoruz muhtemelen olacak gibi yani kan verebileceğiz ama ne olur Allahım şu hislerimi birilerinin ruhuna gitmesini sağla ne olur allahım birileri hissetsin ve bir tüp kan verebilsin donör olabileceğini bildirdikleri gün geldiğinde de bu günleri hatırlayıp iliğini paylaşsın... 


Özür dilerim eşekliğimin farkındayım kalbini kırdım...

sosyal medya kullanımının artması ile özlü söz, altı çizili sözler gibi "özdeyiş" diyebileceğimiz cümlelerin yaygınlaşması da son derece arttı. hem iyi hem kötü olduğunu düşünüyorum. İyi çünkü, kimisi ömründe duymayacağı-tanımayacağı insanlarla tanışmış olup aynı zamanda zihin jimnastiği yapma yeteneğine girdi. Bununla birlikte kimi de ego patlaması neticelerinden kendini "farklı" tanıtma yalaklığında. neyse konum bu değil aslında az önce facebook'ta gezerken bir arkadaşımın Freud amcamdan bir cümle paylaştığını gördüm. cümle yeniden burnumun ortasına bir yumruk oluverdi halen daha da acıyı hissediyorum hani! mevzu bahis olan cümlemiz; " Özür Dilemek, sizin haksız olduğunuz, karşı tarafın haklı olduğu manasına gelmez. Karşınızdaki insana verdiğiniz değerin egonuzdan yüksek olduğunu ifade eder." idi. "sapık doktor" dedikleri ama benim aşık olduğum amcacağızım egoyu güzel sindirmiş gibi görünse de kendimde olan bir durum var ki asıl takıldığım nokta o.
şimdi efendim, oldukça patavatsız biri olduğuımu malesef tecrübelerimden biliyorum. Hani bazı tipler vardır çok uğraşırlar çok didinirler kibar olmak ve daha önemlisi kalp kırmamak için gel gör ki en fazla kalp kıran kendileri olur. hah işte aynı onlardanım bendeniz. öyle ki  en olmadık anda en mucize kişiyi bile yerin dibine sokup "hay mal yeri yarda içine gir nasıl yaptın hadi çık şimdi bakalım" diyen biriyim.
işte böyle bir durumda nasıl olurda özür dilerim diyebilirim? böyle bir yüzsüzlük nasıl icra edilir? evet yüzsüzlük dedim zira bana göre bu yüzsüzlğün ulaştığı zirvedir ve malesef pek çok yüzsüzün yediği halt olan pek ince- görgülü bir zirvedir. hiç rastlamadım bunu aynı incelikte "hangi yüzle bunu istiyorsun" diyene... işte bu sebepledir ki gerçekten zorlanıyorum karşı tarafa eşekliğimden ötürü özür dilemeye. amma velakin insanlar beni hep kibar ve bol bol teşekkür eden ve aynı bollukta özür dileyen biri olarak betimler hatta bazen abarttığımı söyleyenler bile olur. evet bol bol teşekkür ederim günlük yaşamda. Allah'a, ailelere, hocalara, şoförlere, çalışanlara, aylaklara onlara, bunlara, şunlara... sonu gelmez teşekkürlerimin. aslına bakarsan sevgili anason özürleriminde sonu gelmez. ota çamura özür dilerim! peki bu çelişki nedir???
evet herşeye özür diliyorum; rahatsız ettiğim için, çalışmayı yahut konuşmayı böldüğüm için onun için bunun için sonu gelmez bunların geldiğinde ise açık açık görülür ki, işe yaramayan ne varsa hepsine özür dilemişim ve ben aynı natolukla halen daha yaşamdan çaldığım oksijeni tüketme sevdasındayım. özet odur ki, sevgili canım ciğerim Freud amcacığım inan bana iflah olmaz egomdan değil bu özürsüzlüğüm sadece yediğim haltın büyüklüğünün farkında olmamdan. 
Özür dilerim eşekliğimin farkındayım kalbini kırdım...

17 Şubat 2012 Cuma

nedensiz çıkmazken

   Edebiyat derslerinde konu kompozisyonsa ilk öğretilen konuyu yazdıktan sonra buna uygun başlık eklemek olur. e bunun nedenleri de bellidir aslında. kuralcı biri olarak sanırım ilk kez bu kuralı deliyorum. sebebini bilmiyorum ama ilk kez öylesine bir başlık atıp sonra sonra klavyede parmaklarım nereye giderse oraya tıklamaya başladım.
   Ne yazsam endişesi içine girmeden karaladım hep şu anda da böyle oluyor anlaşılan odur ki bundan sonra da böyle de olacak bence en iyisi de bu zaten konuya sadık kalmadan anlamsız bir koşturmaca içinde kelimeler arasında kaybolarak dolaşmak :)
   Merhaba blogg ailesi teknolojiyi hep geriden takip eden olarak taaa bu zamana kısmetmiş teknolojinin bu nimetinden yararlanmak. hoş günlükleri okumayı da sevmiyorum (sanırım yine bu da kuralcılığın bir başka sonuçlarından zira herkesin önünde yazıyorda olsa o kişinin özeli gibi bir inanç hep var) Lakin hani kusmak istiyorsun ya bazen bu dönemde o kusulacak en nadide yer olarak burayı uygun buluyorum. suratına kusmayı başaramadıklarımıza inat paragraflara kelimelerle kusmak rahat bir kaçış yolu oluyor bu durumda. bu bir süre böyle devam edecek sanırım merhaba sevgili teknoloji seninle olan yolculuğum an itibari ile başladı vatana millete hayırlı ola umarım diğerleri kadar kısa sürmez