24 Aralık 2012 Pazartesi

Bi Defolun Gidin Diyemediğim İçin

başıma gelen herşey yaşadığım her ne varsa defolun gidin diyemediğim için
anlayışsız bir yığın yaknın
anlayışsız bir yğın gereksiz arkadaşlar
anlayışsız bir yığın eş dost o bu şu
illa belirtmek olmamalı ve değildir kişiye kendine bırakmak
ne bırakın kendime

8 Aralık 2012 Cumartesi

Salonda-Mutfakta-Yatakta Nerede Bu "Kadın"?

kadınlık olgusundan anladığı cinsel bir takım temalar olan kadınlar ciddi bir karmaşa yaşıyor sonra ceremesini hemcinslerine çektiriyor pes!

Son birkaç yıldır kadınların "kadın" kavramına ilişkin tanımları, duruşları ve yaklaşımları farkında olarak yahut olmayarak bir şekilde dikkatimi çekiyor. Çocukluğumdan daha doğrusu ortaokuldan beri kadın kelimesini cinsiyet manasından çok uzakta anlamlandırdığımı ve bu yönden kullandığımı fark ettim. Geçenlerde bir anket vardı cinsiyet soruluyor arkada ki arkadaşların birbirine sorusuna tanık oldum "sen cinsiyete kız mı yazacaksın, bayan mı" yahu kadın-kız-bayan senin için ne mana ifade ve niçin rahatsız ediyor hiç düşündü mü diye sorasım geldi baktım konu uzayacak sustum.

Gel gör ki inkar edemeyeceğimiz bir gerçek var; kadın olmak bekaretle doğrudan ilişkili bir tanım-kavram olarak kullanılıyor. Bana gelince yok efendim böyle bir durum. Asıl karın ağrıma dönecek olursam ki bunu sırf seni sıkmak istemediğim için yapıyorum:

hatunun biriyle tanışıyorum yaklaşık bir yıldır adı ananas. bakımlı bakımlı hani maaşını kuaföre yediriyor desem atmış olmayacağım üstüne yemin etsem başım ağrımayacak her neyse yazın plaja gittik plajda ki hatunları eleştirdi "şunlara bak kadınlıktan dişilikten anlamıyor" hatta bazen erkek arkadaşlarla bir yerlere gittiğimizde ne hikmetse ananas'la muhabbet bir şekilde kadın-erkek ilişkisine bodoslama dalmış oluyor. "sen kadın görmemişsin oğlum", "benim gibi kadını buldunuz..." vb vb vb eeee hatunum sonra lan daha kadın kelimesini tanımlayamıyorsun üzerinde iki dakika zahmet edip düşünmemişsin zira kadınlık sadece bacaklarının arasında, kafatasının dışını süslemekten içine vakit ayıramamışsın kadınlıktan bahsediyorsun. Gündüz öğle yemeğindeydik dayanamadım ağzımdan kaçırdım; "hani salonda hanımefendi, mutfakta aşçı, yatakta orospu var ya he işte bunun manası sandığımızdan daha zahmetli daha özverili daha sorumluluk yükleyici sence irdelesek ne çıkar?"

ananas la hadi kalk hepimize bir iyilik yap varlık sebebini düşün söz kanaat kullanıp yüz vereceğim... yeter ki artık şu beyin masturbasyonunu yaparken bizi rahat bırak

3 Aralık 2012 Pazartesi

Susmanın Bedeli Kaç Para

En uzak yıldızım... Yalnız... en uzakta duruyorum sana borçlu muyum inan bilmiyorum. Ömrüm tamamlanmıyor iyice kayıyor ellerimde sabun misali... sağır yaralar kabuk bağlayamadı halen içimde... Zehir zemberek saçmalıklara gebe gibiyim öyle bir mide bulantısı öyle bir baş dönmesi garip bir ekşiye aşermesi...

Başlayan yangınların yalnız kaldığım yerimde. İçim acıyor ürperiyor geberten bir sessizlikle... Varlığından umduklarım da bulduklarım da aynı kıtanın ülkesi gibi oysa...

Analatabiliyor muyum?

ve anlatabilmek bazen en çok kendine
Ne garip hiç bitmeyeceğini sandığın mutluluklar, asla mutlu olamayacağını sandığın acıdan kıvrım kıvrım kıvrandığın acılar, bir anda bitiveriyor... hiç yaşayamam artık sandığın ne varsa yaşıyorsun da anlamıyorsun bile...
işte bu sebepledir kimse yokmuş, hiç olmayacakmış, gibi tek başına güçlü olmaya önem verenlerdenim ben... çok yaralarım var, çok hayal kırıklıklarım, çok başarısızlık tattım, o kadar çok düştüm ki ama inan pişman değilim zira hepsinde tek başımaydım... kimseyi suçlayamadım bu sebeple günahım ve sevabım hep kendime oldu. kendimle gurur duydum kendimden tiksindim kavgam hep kendimle oldu bu benim... kimseyi karıştırmadım.
Ama onlara çok değer verdim aslında bir demlik çayı paylaşmak, mutsuzluklarında omuz olmak, başarılarında takdir etmek en büyük zevkim oldu. buna rağmen asla yönlendirmedim onları sadece yorum istediklerinde yorum yaptım haddimi aşmadan. zira ben sadece bedeniyle ruhunu pişirebilmiş insanları sevdim sevdiğim için böyle olmak çabasına düştüm. iyi mi ettim kötü mü bilmem sadece sustum konuştuklarında sarıldım zamanı geldiğini hissettiğimde ve bazısında ağlayan suratlarını göğsüme gömdüm doya doya kusabilsinler diye... kim bilir belki bende bunları aradığım ihtiyaç hissettiğim için böyle yaptım.. ve tekrarlayayım hiç yönlendirmedim, yargılamadım suratlarına avaz avaz bağırarak, bilmişlik taslama derdine düşmedim kendim bir hiçken...

İstadim ki tek başıma kazanayım paramı kimseye minnetim olmadan, tek başıma güçlü ben olayım, kimsenin çevresinden değil yeri geldiğinde kendi çevremden bahsedeyim eşimin en üst düzey yönetici olması değil benim en üst düzey yönetici olmam önem arz etti bende...

bilmem anlatabildim mi?

14 Ağustos 2012 Salı

Tam Bin Yıllık Rüya

Günlerdir yağmur yağıyor geceleri.. yalnız başımayım koca binada durmaz bereket artık inadıma her gece gürültülü gürültülü yağıverir. Derler ki her yağmur damlasını bir melek indirirmiş yer yüzüne "rahmet" bunda ya edilen dua kabul olunurmuş... Korkudan dua da edemiyorum dilekte dileyemiyorum. Her şimşeğin gelişi, aydınlatması ve biçimi peşinden gelecek gürültü hakkında tahmin yapmamı sağlıyor. Hah şimdi tam tepede diyorum az sonra daha kuvvetli diyorum çıkıyor da he!... 0-3 yaş çocuğu gibiyim bu aralar. Nasıl ki kendini deve kuşu sanır korktuğunda yorganla her yerini kapar aynı öyle bende yoğun ışıktan kaçırıyorum kendimi örtüyü bir çekiyorum ki sorma ... Ve derken tesbihe başlıyorum artık hangi ara oluyorsa sızıveriyorum...

Dün gece de öyle oldu. dalıvermişim bir ara rüyamda milyoner yarışmasındaydım. Kenan Işık soruyor;
"en korktuğun soru hangisi?" diye yanıtlıyorum;
"sesli sorudan nefret ediyorum" diye.
"ilk sorulardan korkmuyor musun?" diyor
"yok diyorum elensem de umurum köşelidir benim on dakikaya varmaz unuturum".
"kimlerle geldin" demez mi? kopuyor kıyamet...
"kimseye haber vermedim herkese sürpriz olsun önemli biri değilimdir" diyorum
"e" diyor "jokerlerin biliyor"
"yok diyorum ben onları hallettim"...

Ve yarışma başlıyorum inan olsun soruları hatırlamıyorum sonra korktuğum Allah'ın belası soruya geliyor sıra
Sordum seni yıldızlara ay ışığına
Dediler tam bin yıldır görmedik onu
Sordum kadim kitaplara tozlu raflara
Dediler o bizden önce buralardaydı....

söylüyor be Nurettin Rençber ben devam ediyorum gözlerim kapalı mağrur bir uçurum oldu kalbim diyorum sen gittin gideli buralardan.... ayrılık ne yaman bir ateşmiş ne olurrrr.... dyince tıkanıyorum... sessiz söylüyorum farkındayım rüya o ya ben bile duymuyorum sesimi bir düğüm boğazımda asılı anasını sattığımın nefesi bile giremiyor... Soruyor Kenan Işık biliyor musun yanıtı diye "joker kullansam diyorum" içimden gitsem teee 2007 yılına kalsam lan anasını satayım oralarda bozsam ne kadar anı varsa o güğnlerden topunun birden bekaretini... yırtılsın istiyorum o aralık ve o nefes alamadığım milyon yıllık zamanın içinden kopup gelsem kaçsam lan diyorum...

Anlıyorum özlemlerimiz taze ve Allahın belası bir kavuşamama anı geçmişe hepsinin birden toplamı...
"Ha" diyorum mal bir bakışla Kenan Işık'a bakarak "anlamadım" "zamanınız" diyor gerisini inan anlamıyorum.. Ben o sıra o zıkkımın dibi olası zamanın içinde ve halen boğazımda bir yumrukla 6 Haziran 2007 gününün öğleden sonrasında Müjdat Gezen Sanat Merkezinde'yim.. Ah bir çıksam oradan şu yarışmacı koltuğuna bir oturabilsem neler anlatacağımda ne gücüm var, ne nefesim... Ama var ya en çokta zıkkım olası ruhum orada kalmaya niyetli saftirik bedenim ona uymaya pek hevesli....
"dört saniye" diyor Kenan Işık sancılarım geçiyor.... soruyorum kendime; yanıtlamalı mı yanıtlamamalı mı??? sarımsağın kokmaya yüz tuttuğu anlardayım dilim çıkmış sahneye "Nurettin Rençber Ezo" diye fırlayıveriyor. ve yeşil ışık yanıyor... Kenan Işık bana bakıyor "tebrikler" diyor ben kendi kendime konuşuyorum kalkıyorum sandalyeden
"nereye" diyor
"Konya'ya" diyorum

Rüya o ya bitmiyor nasıl oluyorsa ben halen ekrandayım kendimi seyrediyorum. Diyorum ki "ben milyoner filmini çok sevmiştim zira tezimi yanıtlıyordu. aynı öyle oldu benim içinde... Tanıdıklarım var hepsiyle öyle çok kavgalar ettim ki ve hepsine öyle ana avrat küfürler savurdum ki ama bir kaçı vardı hiç kıyamadım o kıyamadıklarımın yanındayım"

Sen bu kadarını bil .Gerisi bende kalsın!

6 Temmuz 2012 Cuma

Maydanoz İyidir Bir de Kene Gibi Yapışmasa

bazen korkakça kaçmak değil sadece  huzurdur 
Yine Maydanoz'layım. Onunla yatıp Onunla kalktığım bir sabahı daha mide ağrısıyla karşılamış olmanın tarifsiz  hüznü, şaşkınlığı ve salaklığı içinde debeleniyorum. İçimde  Ona karşı olan herşeyi silmeye çalışıyorum, yaşanmışlıkları ve hissettirtirdiklerini yanlış anlamalara yorumlamaya çalışıyorum. Tam evet başardım derken yeni bir bomba patlatıyor. Susuyorum anlamamış gibi yapıyor veya sen çocuksun olur öyle şeyler  gibilerinden bakış atıyorum hiç olmadı kiminde benim için mühim değil imajı vermeye çalışıyorum... Ne zavallılık Allah'ım bu böyle! Gün geçmiyor ki yeni bir bomba patlatmasın gece hep kendimle uğraşıyorum yatakta... Yine o ip sahnesi, nefes almadığımı hatta nefes almadığım için kendimi çok iyi hissettiğimi, huzurla dolduğumu hissediyorum.

Kalbini kırmak istemiyorum. Her zaman yüz yüze bakıyoruz. Hayır özünde de cidden öyle iyi biri ki şu salaklıklarını, hadsizliklerini terbiyesizliklerini yalnız benimle yaşıyor diye düşünüyorum. Aslında bu düşünce hasıl olunca da Onun kötü bir insan olmadığına inanarak sevmeyi yeğliyorum lakin bu da kısa sürüyor. Hatta daha kötü oluyor. Kin doluyorum o vakit zira Maydanoza karşı...

Kimi gün ölçüyor, tartıyor, konuşmamı hazırlıyorum Ama konu açılınca lal kesiliyorum. söyleyemiyorum hiç bir şey. Bunu ailemden biri yapsa şimdiye hastanelik olmuştu. Bu gerçeği hatırlamak hem fiziksel-ruhsal hem de zihinsel olarak beni benden alıyor. Bu aralar saçım hep elektirikli meğer bu sebepleymiş yeni öğrendim. Ben onun için onlarca plan yapmıştım hiç birini tabiki gerçekleştiremiyoruz. Ama bu yaşananlardan sonra bir daha ben bir hafta ki ben olarak karşısına çık(A)mayacağımdan adım gibi eminim. İçimden "sende yaşarsan" derken yakalıyorum kendimi. Bu da bedduaya giriyor utanıyorum kızıyorum kendime. Analayacağın her bir yanı boklu değnek.... Kene oldu yapıştı çıkarmanın mümkünatı yok! Geçmiş olsun emelb.!!!

5 Temmuz 2012 Perşembe

Ufalan-Kaybol-İçerle-Ağlama-Kork-SUS

Yazıyorum-çiziyorum sonra siliyorum... Bunalıyorum bu uyuşuk koşuşturma içinde sil baştan tekrar yazmaya başlıyorum. İçinde volkanlar patlarken insan, kalbi gümbede güm güm atarken gebertecek kadar hızla ve manasızca içinde ki kavgalara tanık olan insanın yine içinde defalarca başkalarıyla kavgasını seyrediyorum. Üzgünüm evet ama en çok kızgınım, kırgınım... Neyi nedeni nasılı yok olmamalıda zaten biliyorum. Lakin söz geçiremiyorum. Ufalıyorum kendi kendime un ufak olup kaybolasım geliyor ve yine her gece aynı manzarayla kapatıyorum gözlerimi... Ah Allah'ım nasılda huzura erdiriyor insanı1koca ağacın tepesine asılı  uzaktan kendini seyredişi...

Çok sinirliyim kendimle kavga ediyorum kimseye bulaşamadığım ve asla beceremeyeceğim bulaşamamam sebebiyle. mide ve bağırsak ağrılarıyla uyanıyorum sabahları gün boyu hiç eksilmeden bekleyerek devam ediyor ağrılarım. Nedenini biliyorum en çokta buna içerliyorum yalan yok.

Sen yeter ki sus
Susuyorum... En çok konuşmam gereken yerde susuyorum. nasıl da can acıtıyor bu susmalar yaşamayan anlayamaz. Beynimi kemiriyor kelamlarım sabahtan başlayıp akşama kadar hatta yatana kadar beynimde konuşuyorum. Bu aralar genellikle kavga halinde buluyorum kelimelerimi, kiminde ise, laf anlatmaya çalışıyorum yaşamımda ki insanlara tek tek. yıllardır yeryüzünü işgal edipte bir tek nezaket, bir tek yaşam katamamışlara...He ara ara sorularla boğuşmaya çalıştığımı fark ediyorum. Misal; bir insanın telefonu niçin başkalarınca karıştırılır, başkaları yanıtlar? Veya başkalarının yatak odasına hurra girmek nasıl mümkündür? Özel yaşam denen kavramdan bu kadar yoksun olunması nasıl mümkün olur? Dedim ya sadece kendime soruyorum, kendimle kavga ediyorum, kendime anlatıyorum. Bundandır tek yanıtlayan, tek yorumlayan ve dinleyen yine kendim oluyor. Beynim şişmiş halde gece yatağa giriyorum. Sabah yine mide bağırsak savaşlarına gireceğimi bile bile!!! O kadar konuşma boşuna oluyor yani zira benden başkası duymuyorum ben sadece susuyorum.

Ağlamak ne büyük nimettir. Ulu orta her yerde ağlayanlara gıpta ediyorum. ağlayamıyorum! Her şeyi hazırlıyorum oysa, ortam ağlamak için ama o esnada biri geliveriyor, bir şey oluyor yahut telefondakine teselli zorunluluğu doğuyor. Olmuyor anlayacağın hep bir bahane çıkıyor şu zıkkım olası gözümden yaş akmıyor.

Korkuyorum. Sonu gördüğüm için, sustuğum için, daha önce koşmam gereken yerlere yürüdüğüm için, durmam gerekirken devam ettiğim için... Sorularımı aktaramadığım için çok korkuyorum.

Yalnızlık tek başına olmayı seçen insan için ne güzeldir. Ne büyük nimettir. Oysa gel de onlarca insan içinde  yapayalnız olana anlat bunu! Diğerlerini dinlemek, Şakalarına gülmek, hüzünlerine omuz olmak veya ağlamak.... Anlatamamak, hoş aslında galiba dinlemiyoruz dinliyormuş gibi yapıyoruz o kadar. "mış gibi yaşamlar" bizimkisi... eğlen, mutlu ol, güzel konuş, iyi dinleyici ol, arkadaş, eş, dost, sevgili, kardeş, anne-baba, evlat ol... Ama illede ol. Nasıl olduğu mühim değil. Zaten mühim olan sen değilsin ki! Mühim olan Ayşe Hanım ile Ahmet Bey! Gerisini boşver kendini boşver!

Ağla, hüzünlen, geber, acı çek... Ama kimseler görmesin. Hiç kimseye hissettirme, Yemek yeme mesala insanlara iki kilo fazlam var de savuştur başından kimse içini deşmez. Ama sen ev al, araba al, eşya al, pahalı mücevherler ol asıl sorun onlar herkes didiklesin, sende anlat, anlattıkça egon tavan yapsın gerindikçe gerin!!! Herşeyin "mış gibi" nasıl olsa sende sahtesin yaşamında, hava attıklarında, ezildiklerinde!!! İşte olay burada patlayıveriyor zaten. Madem diyorsun yalanın figüranlarıyız, tahtadan bacaklarımız toprağın dibini boylayacak iki dakika kusayım herşeyi.... Ama olmuyor işte, kusmuğun hep içinde birikiyor, seni toprağa götürene kadar....


2 Temmuz 2012 Pazartesi

Kendimden Çaldım

İçimde pis, eğreti, ağrıdan geberten bir zehir var... Öyle ki, mideme kocaman bir kaya koymuşlar.Bu kaya zehirli bir gök taşı mesela yahut başka bir şey ama denek var ortada o denek ise benim karnımın içi. haberim yok nasıl koydular, nerede, neyle koydular bu koca zehirli taşı... O kadar sancı veriyor o kadar kocaman bir yuvarlak oluşturuyor ki içimde kaburgalarım kırılıyor sanki basınçtan.

Şu zehiri kusmak için neler vermezdim. biliyorum rengini falan... Böyle yeşil, çok koyu bir sıvı!!! soğuktan buharlaşmış bir cam olsun istiyorum en az üç metre karelik bir cam. Kış olsun donarken o camın karşısına geçip ağzım kapalı, bedenim titremekten gebermek üzereyken bir anda cama bir güzel kusuvereyim. o sözümona temiz temiz cam bir anda benim zehirimle "kirleniversin"

Çok mu büyük bir istek bu yaşam için yaşamda ve yaşamın kendinden çaldıkları karşısında?

Bir kusabilsem her şey daha güzel olacak sanki, daha az acı çekeceğim, daha az duyarlı olacağım, daha dinleyip daha çok konuşacağım,... Bir kusabilsem daha az üzüleceğim, mutsuzluğuklarım, kıvrım kıvratan sancılarım bitecek, nefes almayı öğreneceğim. Adım gibi biliyorum mide kanserinden öleceğim. Bu sebeple tüm pisliğimi "nur-u pak - temizlere" bulaştırmadan gitmek istemiyorum. madem yaşam bir ölüm borçluyum kısaca madem gebermek için geldim geberirken acı çekmek istemiyorum...

Aynı şu o an karesinde olduğu gibi bir yaşamda yapacak kaç işin olur?

29 Haziran 2012 Cuma

Bütün Pisliğimi Klozette Bıraktım

Bu sabah mide ağrısıyla uyandım hani işe gelmek zorunda olmasam kendim için tuvalete çekyat koyup orada yaşama ihtimalim yüksekti. Hep böyle oluyor zaten kimi zaman hiç olmadık hiç beklemediğim bir anda bazende böyle nedenini kendimden bile saklamak istediğim salak saçma sebeplerle mide bağırsak ağrısı çekiyorum. Yaşam duruyor sanki daha doğrusu o iğrenç ve sonuçsuz ağrı dünyada ki kütlemi ağırlaştırıyor, beni dünyanın merkezi yapıp bıçaklar sağlıyor karnıma... Sabah uyandığımda da böyleydi midem çatlıyordu birileri görünmez ellerindeki görünmez bıçaklarıyla midemi deşip ardından oyunlarına bağırsaklarımda devam ediyordu. Bir terleme bir terleme anlatamam kalkamıyorum yataktan ayaklarım buz tutuyor...

Kalktım, kendime, kararlarıma, salaklığıma, absürt yaşamlarımıza bin bir kez söverek tuvalete gittim ağzımda ki acı salyalar iyice artmıştı. Sonuçsuzca çıktım. kahve yaptım sigara yakıp içtim o esnada yine tuttu. Öyle ki yaşamımda iyi bile saydığım ne varsa hepsini klozete boşaltıp sifonu çekip kurtulmak istiyordum... Olmadı olamadı... Olmayacağı başından belli sabah oyunuydu işte ama öylece içime işleyen öylesine rahat nefes aldıran.... Sol kolumun kaskatı kesildiğini fark ettim kalbim nasıl çarpıyor yerinden fırlayacak....

Bu sabah seremonileri hiç bitmeyecek biliyorum artacak azalmayacak adım kadar eminim...Ben konuşma özürlü olduğum sürece tavrımı koyamadığım sürece kanser edecek gebertecek hepsini biliyorum... Öyle başak burcunun özelliğiymiş, keskin sirkeymiş, şuymuş buymuş palavra... Tek neden benim doğa üstü "mallığım" Sen kendinle bile yüzleşmeye korkan biriysen, kendini tanımlamaktan ve pazarlamaktan acizsen müstahaktır sana... istediğin kadar yırtın dur ne çare? Yok arkadaş olmayacak bu böyle olmadı olmuyor olamaz ki olmamalı b kadar alttan alma bu yalanla debelenirken kendinden kaçmaya çalışma gibi salakça eylemler sonu yok hoş gidişatın nereye kaydığının da iyiden iyiye farkında olmak ayrı meziyet kabul ediyorum Gel gör ki bu daha kötü sızlatıyor insanın burnunu, için dışını.... Kendi ağzına kendin ediyorsun...

İstemiyorum arkadaşım terbiyesizliği "terbiyesizlikleri" yutmak istemiyorum adım atmak zorunda olduğumu da gayet iyi bilip kendimi yiyip bitirmek ne kadar da akıllıca! di mi? ama

Kendime söz: Bir daha hangi telefon olursa olsun çok ciddiyim açıp ulan arama diyeceğim

24 Haziran 2012 Pazar

Bir "Bilim Gezisi" Notları

Yıllar yılı aradım taradım heyecanla ilk bilim gezime gideceğim gün için hazırlandım. Çalıştım, didindim, aradım taradım yazdım, yazdıkça dinçleştim, araştırdıkça öğrendim, öğrendiklerimle heyecanlandım, var oldum, ben oldum... Araştıranları merak ettim, araştıranları dinlemek istedim, araştıranlarla konuşmak istedim...

İyi Bok Yedim!!!

Sandım ki her şey pek bilimsel, her bilimsel çalışma gerçekten bilimsel içerik barındırıyor bağrında, sandım ki, akademik ortam denen şey gerçekten var hayatta... Boru değil bir  sempozyum bu... Ulan boru değil ya kocaman yurdumun kocaman bilim insanları gelip tezlerini savunacak, "engin" bilgilerinden faydalanacağım.. Nah dedi bana daha yolda!!!

Ya bakma benim mallığımdan ötesi yok aslında yine sen onca çalışman dururken el-alemin seni "piç" kıvamından hallice edeceği yere onun çalışmasını dinleyeceğine söz vererek, ona yardım ederek sadece katılımcı olarak gidersen böyle olur.

Aylar süren bir çalışma yaptı pek akademik bir arkadaş güya bende yardım edeceğim. yanında üç arkadaş daha. Dört arkadaş iyi bir çalışma yaptı. Akademik hatunumuz sempozyuma gidiyor götürüyor. tamam diyorum ama gidişim manasız biliyorum. Gün geliyor yola çıkıyoruz. İlk başlar normal denebilecek seviyede. Neyse varıyoruz sempozyum yerine açılış, konuşmalar falan derken sempozyum başlıyor. O salon senin bu salon benim çalışma dinleyeceğimizi sanıyorum ne gezer al sana iyi haber avucunu yalama seansı benimki. niye? Akademik hatun akademik evlilik yapma derdinde iyi anm iyi sen akademik adayları ara ben şurada zıkkımlanacağım. Gidiyorum haliyle yemekti, içmekti ulan ömrümde ilk kez gelmişim buralara görmeden gezmeden olur mu? akademik olmayan geziler, yemek içmeler hediye ediyorum kendime.. tabii bu arada akademik hanım adaylar üzerine yoğunlaşmakta olduğu gibi ayrıca kendine akademik çevre edinmek için kendini görücüye çıkarmış vaziyette. Telefonu da durmuyor. kendi sunumunu yapıyor. el mecbur dinliyoruz. birşeyler içeceğiz ara verilmiş, o ara telefonum çalıyor yanında bulunan akademik sandığı ama aslında burun kıvırdığı esnaf takımından bayanın yanında telefonunda hiç durmuyor dur işte biraz konuşalım senin diyince elimde ki çayı bunun masada duran telefonuna bir gzel boca ediyorum ah afedersin şuydu buyduyla geçiyor bir iki dakika
Ama var ya yeminle hırsımı alamıyorum ulannnn kaltak senin telefonun tele kızı geçti diye nasıl bağırasım var anlatamam beceriksizliğim diz boyu olmuyor işte diyemiyorum, Azarbaycan'dayız kafayyı takmışım bununla takılmayacağım. arık gün bitiyor otobüs Türkiye'ye getiriyor bizi  yolda halen aynı görgüsüzlükler aynı, ne oldumlar...

Biliyorum sen bu sayfayı okuyorsn sana bir şey diyeyim mi akademik cazgır; sen bir bok değilsin sen ne oldum diyemecek kadar zavallı bir hiçsin anla artık bu yazıda kimi yazdığımı hadi bana bayyyy

Bana ulaşmak istediğinde neler yapman gerektiğini biliyorsun

Piçliğin Varoluşu (1)

Dört duvarı kalabalık küçük minik bir odanın içinde sıcakla debeleniyorum. Gerçeği düşlerken bulunca salaklığıma gülesim geliyor; Gerçek dediğin düşlerin artığı değil midir diye sorarak... Ağaçlar köklerinden, gölge güneşten, buhar sudan kopuveriyor sanki bu aralar... Öylesine bir boşluk, öylesine hiç olmuşluk ve öylesine anlamsızlıkla debeleniyor kısaca yaşamda ne varsa.

Zıkkım ol diyorum kendime zıkkımlığında öyle boğul ki kör olsun bedenin, kulaklarından aksın zehrin... Mazoşist havalar değil bunlar yahut egoya hükmedememişliğin verdiği zavallılık hiç değil biliyorum. Bohem bir hava var suratıma çarpan nereden ve nasıl geldiğini anlayamadığım en kötüsü anlayamayacağım. Varlığıyla varlığımı mutlu edenleri hatırlıyorum kimi vakit, sonra bir boşvermişlik işgal ediyor içimde bir yerleri lan diyorum kendime her şey kabullensen de kabüllenmesen de karşılıklıdır. Sende varlığınla birilerinin varlığına dokunuverdin mutlu ettin o kadar varlığı? hep sonu soru işareti oluyor bu boşveriş, bu züğürt cümlenin sonu. Zira hep başkalarının gerekli zamanlar tümcesinde gerekli özne olmak çoğu vakit daraltıyor, kırıyor, kızdırıyor insanı... Bizzat biliyorum hatta daha fazlasını biliyorum; En çok kendine kızıyor, kırılıyor, kendini yuhalıyorsun bunları düşününce... Eğlencelerini dünyanın bilmem neresinde bilmem kimleriyle yapıpta seni yokluğa piç ettikleri zaman yani sen piç kaldığında neye güldüğünün neye ağladığının umurlarında değilken, yaşamın penisine dokundurulup tecavüze uğrayanların bir anda anası, bacısı, namusu, yareni, yoldaşı oluyorsun. Acıdır ki sen anlık piç olma seansını gönüllü bırakıyorsun. Yok yok bırakmıyorsun ara veriyorsun ara verdiğini bile bile. Zira biliyorsun bu tecavüz unutulacak hayır unutulmasa bile alışılacak, o denyolar yeni bir tecavüze uğrayana kadar sen baş tacı olacaksın sonra malum son, yenilerini senin yanında arayıp bulduklarında seni yeniden sokağa fırlatacaklar.

İçtiğin sigaralarının senin hesabını yaptığı bir muhasebe anında masanın en pis yere oturtulmayı beklemek ne zordur bilir misin sevgili kirli şarap? dokunma lan kalsın işte sahte boyunların altında kalan tek gerçek pislikler. Sen ağzına sıçıyım derken ağzına sıçılanlar hep seni ararken yanında sen aslında kendi ağzına sıçmakla meşgulken sifonu çekmek aklına bile gelmeyecek hey haytttt! Peki hadi söyle piç mi ahlaklı piçi piç eden mi? hadi söyle yiyorsa kim daha dürüst? söyle ki kör olası vicdanın yanına geliversin

Öyle çok zırvalık biriktiriyorsun kullanıldığını bildiğin zamanlarda en çok bu acizliğin kahrediyor seni bunu da bil

5 Haziran 2012 Salı

Aşk İki Kişiliktir Yar

Aşk iki kişiliktir yar...

aşk iki kişiliktir yar...
bir başka aşkın sevda yangını
girerse araya şayet
ortada sadece
küllenmeye yüz tutmuş aşklar
ve can çekişen sahte ruhlar kalır
aşkımızda iki kişilikti yar
bizde iki kişilik sevmiştikj
ama yetmedi sana
yada yetemedik işte..
(Ç.B.)

"Nerde O Eski Aşk'kar..."


Senden, Benden, Bizden ileriye gidemeyen iki satır arasına sıkışıp kalan güncelerim vardı.. çünkü bu, bir sevda masalıydı !

şöyle uzaktan bakıldığında sevgiliydi/k..

- konuşmaya ne zaman başlasa, ödüm kopardı; 'şimdi bitsin' diyecek diye..
- ellerinin sıcaklığı avuçiçlerime sindi mi, buz tutardı parmak uçlarım; 'kalkıp gidesi var' sanardım..
- gözlerim, göz menziline girmeye görsün, katl-ini vacipden sayan avcısının, avından kaçan ceylana benzerlerdi, ürkek - çaresiz..
- şu saatte şurda buluşuyoruz dediğinde, akreple yelkovanın arasına saniyeler girmeye başladığı an 'biliyorum gelmeyecek' dediğimde, umudun uçurumunda asılı kalan öteki yanıma acıyan tanrının emaneti gibiydi nefes alış verişlerim..
- ola ki bişeylere sevindiğinde (içinde benim de olmadığım) mutluluklar saadetim olurdu..keyfinden sarılır, saçlarıma dokunur, mahremiyetimi emanet ettiğim dudakları alnıma değer ve birkaç saniye hiç çekmezdi ya.. huzuru hissettiğim tek an, o kadarcık zaman dilimiydi işte..
- bir anda irkilerek uzaklaşmaz mıydı, nefret ederdim ardından devire devire kurduğu cümleye;
-ben... aslında seviyorum seni (ama)

hadi yaa yine mi..!

laf arasında daldım gittim/farkındayım..

dedemle iki lafın belini kıramazdık hiç.. rahmetliye ne zaman 'neymiş o eski günler' desem harp zamanlarından bir başlardı susmak bilmezdi.. sıkıldığımı anladığı an tak diye susar gözlerime derin derin bakar;

-allah insana zor'u tattırmaya görsün, senin 'zoraki' tahammül gösterdiğin bu muhabbetin asl'ı için nice ömürler tükendi evlat' derdi, utanırdım..

O, bizi bitirdiğinde bende 'acıya parmak bandım'..

şimdi ne zaman birileri 'nerde o eski aşklar' dese, bir başlıyorum, susmak bilmiyorum; bağışla/yın...

  ( Ç.B.  Çalı Dergisi'ndeki yazısı)

Beni Sensiz Bırakma

Uyursam geçer dedim geçmedi işte!
Hatalıysam affet gerisi hikaye
Üzerler bizi kırarlar bizi
Korkma yıkamazlar

Hiç bir zaman umrumda olmadı başkalarının başkaları hakkında düşüncelerimi eleştirmesi, yargılaması, aşağılaması, desteklemesi....

Hayli zaman oldu dünyaya kapılarımı kapayalı. O kapıyı kaparken düşünemiştim çocuk etmiştim kendime yepyeni dört duvar arasında koca bir evren yarattığımın farkında değildim. sağ ayağımın yakınında hor hor ses gelen, yazın sıcaktan ceheneme döndüren, masanın üzerinde çevresi sigara külüyle dolmuş küçük kaba adı beyaz olan ama hiçte beyaz olmayan evren yaratmıştım. Yahut evrene dahil olmuştum.

O evren içinde pembe yazılı kız dikkatimi çekti aniden geliverdi ekrana ve yüreğime o günlerde uzaktan takip ettim. aradan haftalar geçti bir gün Kadıköy'de MSM'de yine aynı bildik tanıdık bir arkadaşın şiir kitabına Nesin Yayınevi'nde imza gününde aaa sen o musun sorusu ile ilk kez vücut buldu ruhumda. Ruhum ruhuna aşina çıktı arkadaşım haberin var mıydı? Derken zaman geçti telefonda görüşmeye başladık. Bir gün bindim otobüse şehrine gittim. Otogarda annesiyle sabahın köründe beni beklemeye gelmişlerdi. Sanırsın kırk yıldır tanışıyoruz öyle sarıldık işte. Gittim evlerine Anadolu insanının o anlatılamaz, büyük cömertliği ve misafir aşkıyla kapıyı açtılar buyur ettiler sofrada kuş sütü eksik hani. Gelsin çaylar kahveler sigara üstüne fallar cabası... O gece hastalandım aniden gecenin bi vakti seferber olup hastaneye götürdüler. Kimseyi tanımam etmem öyle bir baktılar ki kendimden utanırım halen. Hiç unutmam Ezo işe gittiydi de annesi elinde kase hadi yemek vakti diyip odama girdiydi. kendisi içirdi meşhur "hasta çorbasını" bir kaç gün kaldım orada gezdik tozduk işe gittik... sonra hediyeler aldı bunları da götür selamları ilet hepsine teker teker ver dedi. Otogara götürdüler beni içimde bir yangın ki sorma ayaklarım geri geri gidiyor kimseye de birşey diyemiyorum. Bindim otobüse Antep'e geçiyorum. Aklım ruhum her bi yanım onların yanında... Sabah oldu Antep'teyim ama inatla onlarlayım. ilk görüşmemiz böyle olmuştu

Şimdi yoksun allahın belası "cane" nerdesin ne yapmaktasın neredesin? Ama biliyorum beni bu koca ülkede sensiz bırakmayacaksın!!!

17 Mayıs 2012 Perşembe

APA6 laştıramadıklarınızdan(IM)!!!

Sinirimin zıvanadan çıktığı bir günün zirvesindeyim. Hayır sinirlerde zırvalıklarda aynı gün içinde böyle everest yapınca insan nerede olur onu da bilmiyorum aslında...

Neresinden tutarsan tut elinde kalan bir eğitimin sistem(sizliği)nin içinde debelenen biz zavallılar ne yapmalı, nasıl yapmalı etmeli onu da bilmiyorum... Bilmediğim o kadar çok şey var ki, farz-ı misal bunlardan biri zıkkımın dibi olası APA6 ne cenabet bir şeyse hakkında hatmettiğim kitaplarda da bir mutabakata varılmışlığı yok. Her okul ne okulu ya! geçtim okulu, her hoca farklı bir sistemle APA6'yı anlatma derdine düşünce ağzının payını alıyorsun.

bir kaç ay oluyor, güya  araştırmaya bilimsel makale incelemeye meraklıyım acayip bir hevesle ve acayip bir "hava" ile şu dersi almaya başlayalı... Allahım ne enayi biriyim ben ne kadar heveslendimdi şu dersin ilk günü tam benlik bir ders çıktı karşıma diye nasılda aldım ağzımın payını? gerçi daha öncede benzer durumu anatomi dersinde yaşamıştım. Anam bir heves bir hava bir cakas öyle böyle değil nasıl merakla bekliyorum anatomi dersinin günlerini tabii taaaaaa vizede anlamıştım aldığımın anatomi değil bildiğin Latince olduğunu e haliyle 38 alınca da bu anlayış anında taçlanıvermişti. Yenilen pehlivan nasıl ki güreşe doymaz yine yeniden güreş derdine düşer o misal bende "MAL" gibi halen anatomi dersi bekleyip duruyordum hatta mallığın bu kadarı olur dercesine hocaya inanıp gidip sistemlerin soyunu sopunu öğrendimdi de finalde mallağımın taçlandığını anladımdı. Zira yine Latince karşımdaydı. Ulan beni ne alakadar ediyor damağın üstünde ki ince çizginin adı??? sen bana onun işlevini sorsan daha hayırlı olmaz mı? E demek ki kişiden kişiye değişiyor. Zaten eğitim dediğimiz "istendik" davranış değil mi? O halde bu istendik davranış öğrenene yani eğitim alana göre istendik değil de, eğitimi verenin istendiği oluyor bana göre. Ama halen anlayamadığım yahut anlamlandıramadığım sen eğitimi verensen yani istendik davranışı senin istediğin şekilde alacaksam ve sen bana latince öğretme derdindeysen neden ve hangi akla hizmeten latince değilde gidip sistemleri anlatıyorsun???? Sorarım sana eyyyyyyy şanı büyük eğitmen...

Neyse işte konumuz anatomi değildi. şu Araştırma teknikleriydi. Şimdi efendim cidden severim ders kitabı haricinde alanla ilgisi olan olmayan ne kadar çalışma varsa takip etmeyi, araştırmayı. Bu ders karşıma ilk çıktığında da bu sebeple çok sevindim tam benlik dedim. Ama yine feleğin kör "salihliği" tuttu. bir cenabetliktir aldı başını gitti. Yahu bu kadar mı olur arkadaş? Biz bu derse başladık ilk golü hocadan yana yedim "hiper fobik" olduğum için derslikte öyle her önüme gelen yere oturup taht kuramam bu sebeple hocaların yüksek sesle konuşanı makbuldür benim için bir de derste interaktif bir ortamın olması çok çok ama çok iyidir bendeniz için. Dedim ya golü yedim diye hocanın sesi inanılmaz kısık, benim salak fobiler, işitme ve görme zorluğu çekişim, üstüne 70 kişiye yakın sınıf mevcuduyla görüş ve emirlerine hazır gibi olunan gel gör ki asla hazır olunamayan bir ortam yarabbi tam bir işkence.... Biz güya teori alıyoruz deneye bunun uygulamasını yapacağız o da ne neyin ne olduğunu anlayamadan araştırma öneri içine girdik yine çok sevindim. Tabii adımız emel illa aksilik gelecek ya ikinci gol ağlarda.... Ne o benim araştırma ile ilgili kitaplarım kayıp çoğunu memlekette bırakmışım neyse netten işimi görürüm dedim mal bilgisayarın hart diskinin yanacağı tuttu. hayır bu geri zekalı bilgisayar Hz. İsa ile yaşıt olduğundan şarj almıyor paso elektrikle çalışır elektrik kesikse bilgisayarda kesiktir bende. Al sana bir gol daha o kadar ki Fenerbahçe Galatasaray maçının 6-0'lık skorunu mumla arıyorum. Derken kaynak yazımında sorun yaşıyorum kaç kitap taradımsa bu konuda bile mi mutabık olunamaz yine goooooooolllllllll!!! Hayır şu küçük beynimin almadığı bir konu daha var biz öneri veriyoruz niçin her cümleye kaynak göstermek gerekiyor bu soruyu 50 alınca sormayı akıl edebildim ayrı mesele... Dedim ya Galatasaray Fenerbahçe yarabbi ben şu an Türk Milli Takımı'nın 8-0 mağlup olduğu günleri yaşıyorum 2012'nin derbisi kupası da neymiş? Peh!!!

Yani sözün özü, en seveceğimi sandığım dersten 50 alma "başarısı"  insanı nelere mahkum bırakıyor bunu anlamanın siniri vesselam şu an yaşadığım. Bakalım bunlar daha başlangıç kim bilir neler göreceğiz???





30 Nisan 2012 Pazartesi

Ben Bir Oyun Gördüm Oyun İçinde

Sen çocukken ya da ergenliğe girdiğinde hiç tiyatroya gittin mi?
Ben hiç tiyatroya gitmedim hep tiyatrolar bize geldi.

İstanbul'un İstanbul'dan uzak bir köyünde yaşıyorduk. Kızlar tek başına 20 kilometre öteye bile gidemezdi en azından bizim yaşımızdakiler. Bu sebeple ara ara okula, sahilin karşısında ki düğün salonu görünümlü tam olarak ne olduğunu halen bilemediğimiz yere veya daha sonraları kültür merkezi niyetine kurulan yahut adından dolayı bize öyle gelen binaya tiyatro oyunları gelmiş ve gidip seyretmişliğimiz vardır. Böylece tiyatro ile tanışmışızdır. Ama en çok, lisedeyken sosyal bilimler bölümünde okumam tiyatro metinleri, daha doğrusu tiyatro ile ilgili bilgiye sahip olmamı sağlamıştır.

Zaman geçti, büyüdüm yahut büyüdüğümü sandım, köprüler gördüm ve köprülerin altından nice suların aktığına tanıklık ettim. Evden uçunca kuş misali, oyunlara filmlere gitmeye başladım hatta öyle ki ilk başlarda kendimi pek önemli bir şahsiyet gibi hissederdim o tiyatro salonlarında. O dönem İstanbul'da yaşıyor olmanın kendimce en iyi nimetlerinden faydalandım yani.  E tabi o zamanlar çalışıyoruz ya hafta sonu sinemaymış, konsermiş tiyatroymuş nereye olursa olsun gitmek kolay. Özel tiyatro, şehir tiyatrosu fark etmiyor. Fark ettiğimde zaten işi bırakıp okula başladığım zamanlardı ki, bunda en büyük paya sahip kişi drama hocam sevgili Burcu Salihoğlu'nun "dayatma" ile de olsa emeği büyüktür. Dayatma diyorum zira, kıskanç ve açgözlü akrabalara rağmen işten çıkıp daha doğrusu işsiz kalıp vakıf üniversitesine gitme aptallığında bulunmuşum. Ev kirası, faturalar ay sonu ödenmesi gereken okulun taksitleri....
 Böyle bir dönemde yani beş kuruşsuz olduğum bir dönemde Burcu Hoca ödev verdi ama şart koştu illede şehir tiyatrosuna gideceksiniz diye... Oyunu seyredip notlar alacak değerlendirme vb yapacak sonrada bizde bıraktığı bir nevi subjektir değerlendirmeyi yapacaktık. Ödev güzeldi güzel olmasına da arkadaş bende yol parası bile yoktu. Neyse ki, şansım açıldı bir şekilde oyuna gittim. İlk başta hocanın arkasından konuşmuştuk bazı arkadaşlar özel tiyatrolara gidiyorlardı ve seyrettikleri o oyunlardan birini ödev olarak sunmak istiyordu, kimi de benimle benzer durumdaydı tabii biz sesimizi çıkarmıyorduk. aramızdan birinin tecavüz kaçınılmazsa dediğini hatırlıyorum. (bu arada bu cümlenin manasını halen daha çözemedim hangi tecavüzcü coşkun zihniyetli üretti hadi üretilmiş kadınlar ne demeye kullanıyor anlamıyorum) ortak fikrimiz hocaya çamur atmak oldu: tabii kendisi şehir tiyatrolarında oynamış ya torpil yapıyor!!! Hay zihniyetime, daha da hay olur olmadık açılan çenemin o gün mal gibi kapanmasına küseyim öylece baktım konuşmalara. Aman efendim neyse öyle ya da böyle gittimdi hatta o oyun Kırmızı Pazartesi idi. O günden sonra şehir tiyatroları bi büyüdü, bi kutsandı gönlümde ve zihnimde anlatamam. gerçi sonradan Okan Bayülgen kanal d'de iken programına telefonla bağlanıp böyle benim gibi atıp tutan birine kızmıştı: "sen hiç öğrenciyim param yok oyunu seyretmeye geldim dedinde özel tiyatronun kapısından kovuldun mu?" diye. böylece kıt kanaat oyun çıkarmaya çalışan özel tiyatrolarında zaman zaman tölerans gösterebildiğini öğrenmiş oldumdu. Bu arada bunu öğrendiğimde yaşım 26 veya 27 idi. Kendimden utanayım mı, kızayım mı, şu anki halimi riyakarlık olarak mı değerlendireyim bilmiyorum. Ama ben bu gerçeği bir kaç yıl önce öğrendim. İşte o Kırmızı Pazartesi miladım oldu diyebilirim. O günden sonra da daha önce Sen Riyakar Seyirci Ben Hırsız başlığı altında yazdığım gibi pek çok yolu kullanarak oyunlara gittim. Ve şimdi birileri çıktı daldan düşer gibi, git gardaş diyor sanata, sanatçıya ve seyirciye...

Ha şimdi bana diyeceksin ki ne güzel gidiyorsun işte neyine laf ediyorsun?
Evet laf ediyorum zira önüme gelen oyuna gitme hakkım olsada insanların emeğine tecavüz etme hakkım yok!!!
Evet laf ediyorum zira özel tiyatroların önüne gelen parasız öğrenciye buyur gel deme gibi bir lüksü yok!!!
Evet laf ediyorum zira bu özel tiyatro şehir tiyatrosu düellosu değil!!!
Evet laf ediyorum zira biz bir halk kültüründen bahsediyoruz!!!
Evet laf ediyorum zira sanattan yoksun bir halk kendinden de yoksundur!!!
Evet laf ediyorum zira şu an Sinop'ta yaşıyorum 29 yıl sonra İstanbul dışında yaşamak farklı kültürel değerlerin ulaşılabilirliğinin değerini insanın suratına yumruk atarak öğretiyor!!!
Evet laf ediyorum zira halen işsiz bir öğrenciyim!!!
Evet laf ediyorum zira sanatçıya "sen kim oluyorsun" diyen bir ahlaki zihniyete sahip değilim!!!
Evet laf ediyorum zira apolitiğim. sanatın siyasetçinin kötü kullanım için hazırlanmış malzemesi olamayacak kadar değerli olduğunu inanıyorum!!!
Evet laf ediyorum zira bu ülkede tiyatro sahnesine çıkabilmek için ailesince reddedilmiş bir kadının yaşamış olduğunu biliyorum!!!
Evet laf ediyorum zira tiyatro seyretmeye hakkım olduğunu biliyorum!!!
Evet laf ediyorum zira tiyatro seyretme hakkımın elimden alınmasına tahammül edemiyorum!!!
Evet laf ediyorum zira ben SEYİRCİYİM
Evet laf ediyorum zira........
Daha bir çok neden yüzünden laf ediyorum. cebimdeki 12 lira özel tiyatroya yetmediği ve kendime acıyarak salından çıkmak zorunda kaldığım için laf ediyorum. ve bunun için özel tiyatrolara kızmanın manasızlığını ve mantıksızlığını bildiğim için laf ediyorum!!!

Özür dilerim şu an çok üzgünüm, çok çaresiz ve çok öfkeliyim çünkü,  sanki bedenimden çocuğumu koparıyorlar o kadar kanatıyor o kadar hırpalıyor o kadar üzüyorlar... Ben bu satırları yazarken bir saattir tarih 1 mayıs'ı gösteriyor bu sebeple   #sehirtiyatrolariyokdilemez demenin gerekliliğine inanıyorum 

27 Nisan 2012 Cuma

Gitmeleri Düşündüm Sonra

Her gelen gitti öyle ya da böyle
Her gelenden gittim öyle ya da böyle
Ama görünen o ki çok fazla izin verdim gitmelere hem de gelmelerden daha çok... Daha salakça ve fütursuzca... Besmelesiz bir kapı çarpma yaşadı her seferinde zihnim kendiliğinden ve en başta sonra yaptı bedenim tüm hoyratlığıyla eylemlerini. Öyle bomboş öyle dangalak öyle abuk ve bir hepsinin toplamı kadar hızlı, atik kırıcı...

Gidenleri düşündüm az evvel, kayıpları, sormadan, izin almadan, bir çırpıda aniden yaşamımdan gidenleri. Ve zaten gidecekleri daha ilk merhabada aleni belli olanları. Bedenim yanındayken ruhumun - zihnimin dünyanın her bi yanını devr-i alem ettiklerini ve daha nicelerini.... İlk ayrılığı sanırım 4 yaşında yaşamıştım. 14-15 yaşlarında osman'ın annesi ölmüştü. Havanın rengi griydi ve çok rüzgarlı bir gündü neyin nesiyse ortalık inanılmaz sessizdi diye hatırlıyorum bu gün kimse yokmuş lan cenazede bunların kimsesi o zamanlarda mı yoktu dediğim cenazenin kalabalığını hatırlıyorum bir de Osman'nın tek başına o meşhur gri ceketle yolda yürürken annemle karşılaşmamızı. Annem gel bize gidelim demişti hiç ses etmedi boynunu yere eğdi yürüdü.Ogünden sonra hep gri bir ceketle yürüdü durmadan yürüdü. Bıyıkları ve sakalı oldu. güneş yanığı bir teni kilosu ve boyu oldu gri ceketi darlaştı günün birinde ceketini değiştirdi ama hep yürüdü son 6-7 yıldır hiç görmedim söylentiye göre karlı bir gün belediye görevlileri götürmüş. Nereye kime kimsenin haberi yok. Böyle bir kalabalığı annemin dayısı öldüğünde gördüm. karlı bir gündü Samsun'a götürmüşlerdi bizi teyzem ve yengemle bırakıp... Sonra yengemin babasını, komşunun annesi, arkadaşımın abisini, arkadaşımı. tek başlarına gördüğüm insanları bir avuç insan yolcu ediyordu hep. her ölüm her ölen anne ve duyduğum bebek ölümleri beni annemden ve babamdan uzaklaştırdı. Diğerlerine yani annesi ve babası olmayanlara haksızlık ettiğim düşüncesi anne ve babadan uzak kalınca azalıyor sanırdım. Lisedeyken bir arkadaşım oldu annesi ölmüştü benden başka bilen yoktu. Oyılın anneler günü kızın o halini görünce ilk kez söz verdim bir daha anneler günü kutlamayacağım diye halende kutlamam.

arkadaşlar, sevgililer, dostlar, komşular kimler girmedi ki ucundan bucağından kaç kişi doldurmadı ki zihnimi kimbilir kaç kişinin zihnini meşgul ettim. Sanırım en çok eşyalarla konuştum her taşındığım evde eski duvarlara, fayanslara ihanet ettiğimi hissettim özür diledim garip bir şizofrenlikle kiminde duvarın boyası, kiminde kalebodurun rengi kiminde evin tamamının arkadaşı sırdaşı oluverdim. her ayrılışımda son kez kapıya gelip içimden vedalaştım aynı şizofren salaklıkla...

Her ayrılık, her ölüm, her taşınma yeni kararlar verdirdi. eski k0omşulara, eski tanıdıklara, eski arkadaşlara, eski öğretmenlere daha vefalı davranma kararları... Yeni komşuların, yeni tanıdıkların, yeni arkadaşların, yeni öğretmenlerin yeni ne varsa yani hepsinin, kıymetini daha iyi bilmeyi, hepsinde ve hepimizde yeni evrakalar yaratmayı, her insanın bir evren olduğu gerçeğinden faydalanmayı öğretti. Bu öğrenişler hep sona yakınken- yaklaşmışken oluverdi. Ayrılık gelip çetmışken arttı da arttı şu zıkkımın dibi hissler ve kararlar yeni yerlere yeni insanlara alışmak yeni evrenler yaratmak hep başka baharlara kaldı. ya da başka baharlar gizli özne oluverdi.

Aman ne bileyim işte bunları düşünüyorum ya acaba diyorum yine mi bir gitmeler kapıda? var var birşeylere zil çalıyor sanki ya dur hadi hayırlısı...

Güle güle

17 Nisan 2012 Salı

Şans Üzerine Bir Yazı (çalıntıdır)

Şu an Muhallebi Kralı'nı seyrediyorum kendimi hep dünyanın en şanslı insanı allah'ın en sevgili, biricik kulu niteledim. yaşamıma tanık olanlar "nedensiz" bir biçimde bu düşünceme veyahut inancımı "nedensiz" ve anlamsız buldu. Geçen yıl ilk kez okuduğum ve yazarını bilmediğim internette her an her yerde karşımıza çıkması kuvvetle muhtemel aşağıda ki yazıya burada da yer vermek istedim.

Neden bazı insanlar inanılmaz derecede şanslı iken,diğerleri hakettikleriolanaklara asla sahip olamazlar?
Bir psikolog,yanıtı buldugunu söylüyor;
10 yıl önce şansı araştırmaya başladım.neden bazı insanların hep doğru zamanda doğru yerde oldugunu ,diğerlerinin ise sürekli olarak şanssızlıklarla boğuştugunu merak ediyordum.ulusal gazetelere ilan vererek kendilerini her zaman şanslı ya da ş anssız hisseden insanların benimle temasa geçmelerini rica ettim.
Yüzlerce sıradışı erkek ve kadın araştırmam için gönüllü oldu.yıllar boyunca onlarla söyleşiler yaptım,yaşamlarını gözlemledim ve deneylere katılmalarını sağladım. Sonuçlar gösteriyor ki insanlar neden şanslı ya da şanssız olduklarını tam olarak bilemeseler de düşünceleri ve davranışları bu durumu büyük ölçüde açıklıyor.bir şans ya da bir fırsat gibi görünen durumları düşünelim.şanslı insanların bu tür fırsatlarla sürekli karşılaşmalarına karşılık şanssız insanlar bunlarla hiç karşılaş mazlar.bu durumun insanların söz konusu fırsatları fark etme yetenekleri arasındaki farklılıklardan mı kaynaklandıgını bulmak için basit bir deney yaptım.Hem şanslı hem de şanssız insanlara bir gazete verdim ve onlardan gazeteyi iyice inceleyip içinde ne kadar fotoğraf oldugunu bana söylemelerini istedim. Gazetenin ortalarında bir yere üzerinde şu not yazılı olan büyük bir mesaj yerleştirdim. Deney görevlisine bunu gördüğ ünüzü söyleyin 250 dolar kazanınbu mesaj sayfanın yarısını kaplıyordu ve yüksekliği 5 cm in üzerinde olan bir fontla yazılmıştı. Herkesin yüzünü sabit bakışlarla süzüyordum şanssız insanlar bunu fark edemezlerken sanslı insanlar hemen farkettiler.. Şanssız insanlar genel olarak şanslı insanlardan daha gergindirler.bu endişeli ruh hali beklenmeyeni fark etme yeteneklerine zarar verir. Sonuç olarak fırsatları kaçırırlar çünkü başka bir şeyi aramaya aşırı odaklanmışlardır.partilere,mükemmel eşlerini bulma düşüncesiyle giderler.bu yüzden de iyi arkadaşlar edinme fırsatlarını kaçırırlar.belli iş ilanlarını bulmaya kararlı bir biçimde gazeteleri incelerler ve diğer iş olanaklarını kaçırırlar. Ş anslı insanlar daha rahat ve açıktırlar.dolayısıyle yalnızca aradıklarını degil orada ne oldugunu da görürler.
Araştırmam sonuç olarak ş unu gösterdi...
Şanslı insanlar 4 ilke sayesinde şanslarını yaratırlar. şans fırsatlarını yaratma ve farketme konusunda beceriklidirler.sezgilerini dinleyerek şanslı kararlar verebilirler.olumlu beklentiler sayesinde doğru çıkan tahminlerde bulunurlar.şanssızlıgı şansa dönüştüren esnek bir yaklaşım benimserler.çalışmanın sonuna doğru bu ilkelerin şansı yaratmada kullanılıp kullanılamıyacagını merak ettim.bir grup gönüllüden bir ay boyunca şanslı bir insan gibi düş ünüp davranmaya yardımcı olacak egzersizler yapmasını istedim.
Çarpıcı sonuçlar; bu egzersizler şans fırsatlarını fark etmeleri,sezgilerini dinlemeleri,şanslı olmayı ummaları ve şanssızlıga karşı daha esnek olmalarında onlara yardımcı oldu.gönüllüler 1 ay sonra döndü ve neler oldugunu anlattılar.sonuçlar çarpıcıydı.bu insanların %80 i artık daha mutluydu,yaşamında daha çok tatmin oluyordu ve belki de en önemlisi daha şanslıydı.sonuç olarak asla akla gelmeyecek şans faktörünü bulmuş tum.Aşagıda profesör wiseman ın şanslı olmak için önerdiğ i 4 temel ipucu bulunuyor...
1-içsel sezgilerinizi dinleyin,normalde doğ ru çıkarlar
2-yeni deneyimlere ve normal rutininizi bozmaya açık olun.
3-hergün bir kaç dakikanızı iyi giden ş eyleri hatırlayarak geçirin
4-önemli bir toplantı ya da telefon görüşmesi öncesinde kendinizi şanslı olarak hayal edin. Şans çogu zaman doğru çıkan bir tahmindir.

4 Nisan 2012 Çarşamba

Taksitgen Yaşamlar

Geçenlerde bir beyaz eşya mağazasına gittim öyle saf saf eşyalara bakarken nereden aklıma geldiyse kredi kartı kullanmayanlara da taksit yapıyor musunuz? diyiverdim. Adam suratıma manasızca baktıktan birkaç saniye sonra "yok abla sadece kredi kartı" dedi. nereye gitsem sigaraya bile bilmem ne kadar taksit yapacakları potansiyelini hunharca sergileyen esnaf milleti birazda kendilerini garantiye almak için olsa gerek kredi kartın yoksa nefes alman günahtır diyip bir de cama tabelasını asacak o derece yani!!! gıcıklık o ya bu ara sırf bu sebeple kuruyemişçiye bile gitsem kendisine sahip olmadığım halde kart muhabbetine girmeye başladım.

bu hadisenin akabinde Dünya Tiyatrolar Günü münasebetiyle Nedim Saban'ın kendi bloğunda ki yazısına takıldı gözüm; 12 Taksitte Tiyatro Günü Yazısı ... yazıyı okudukça papatya tarlasında kırmızı gelincik bulmuş gibi oluyordum zira, bu kadar olur, cuk oturdu gibi kelamlar ettiğimin farkındaydım.

Aslında demem o ki; yediğimiz yiyecekler, içtiğimiz içecekler, kullandığımız eşyalar, kıyafetler, arabamızda ki benzin o-bu-şu ne varsa yaşamda yaşama dair öyle ya da en az bir adet kart yüzü görmüş dahası kart vesilesi ile sahip olunmuş aslına bakarsan kartsız bir hiç olan ve kartın borcu ay sonu bankaya ödenmeden asla senin olmayan belkide çoktan sindirim sistemine devrettiğin ne varsa hiçbiri senin değil!!! Senin olmayan ve üstüne üstlük yıl sonu bilmem ne kadar "kart parası" ödediğin o dikdörtgene ait.

bir kredi kartına taksit klasiği
2008'den beri kart kullanmıyorum. 2008'den beri cüzdanımda lidyalılar eseri olmadan ekmek dahi alamıyorum. Pek hoşlanmadığım ve ölümüne bir korkuya sebep olan taksitlendirme işlemini nadiren olsa yapmışlığım vardır. O dönemlerde senet imzalardık hatta senete bile gerek duymayan yerler vardı. Mobilya, beyaz eşya gibi gereçler böylece temin edilmiş olurdu. Senin "sana ait olmayan paranın" limiti sorgulanmazdı, bunun karşılığında senden güvenlik gerekçesiyle şifre yahut imza isteyen olmazdı. hatta bazen sadece sözün kafi gelirdi. Ha tamam zaman değişti, gereksiz bir eskiye özlemin hatta yaşamı zorlaştıran durumların anılmasına gerek yok amenna... gelgör ki Sen gidip markete sigarayı bile o salak küçük dikdörtgenle, bilmem ne kadar takside alıyorsan hatta o sigaraya ulaşma imkanın bazen sırf bu yöntem oluyorsa o zaman ciddi bir değişim var demektir.

Taksitle Kiralık Yaşamlar

Seviyoruz, aşık oluyoruz, tapıyoruz... Yahut hiçbir şey yapmıyoruz. Yalnızca medet umuyoruz, ölümüne kıskanıyoruz, cebelleşiyoruz özeniyoruz.... onu ediyoruz bunu ediyoruz. Birşeyleri doyurmaya çalışıyoruz da neyi doyurma derdine düştüğümüzü bilmiyoruz.
Sevgiliye, taksitle bir buket çiçek
Anneye-babaya, taksitle bir çorap
Arkadaşa, taksitle bir hamburger
Değer verdiklerimize, taksitle minik bir hediye
Evlenmek, taksitle
Ayrılmak, taksitle
Çocuğumuza, taksitle bayramlık, okul üniforması
Evimiz taksit, evin içindekiler taksit
Okuduğumuz kitap, tasit
ayağındaki çorap, kıçındaki don taksit
Faturalar bile taksit
Yediğimiz yemek taksit, yanında su bile taksit
Arabana benzin taksit
Doğduğunda hastane masrafı taksit, öldüğünde toprak taksit
Kısaca güzel insan, geçti o bedava yaşıyoruz devirleri... Devir taksit devri. Haa o da kredi kartın varsa.... Okartı uzat bilmem ne kadar taksite böldür, ay sonu ekstreyi elin titreyerek incele, önceleri bankanın "kıymetli" müşterisi ol, birkaç ay ödeme "sayın" müşteri kıvamına gel hatta dava dava mahkemelerde sürün ve akabinde "bu yaşam benim" De.. Afedersin sen hangi yaşamdan bahsediyorsun? Yaşamının olduğuna inancın nereden geliyor? bu güvenin sebebi ne? Sen aldığın donun bile parasının bilmem kaçıncı taksidini ıkına ıkına ay sonu ancak ödeyebilirken gerçekten bir yaşamın olduğunu mu sanıyorsun?


24 Mart 2012 Cumartesi

Masturbasyonel Ütopyalar

Freud bunlara ne derdi?
Sürekli twitter'den bahsettiğimin farkındayım. Bunun sebeplerinden biri son dönemde gündemi twiter'den takip ediyor oluşum. Özellikle ttler bu konuda çok yardımcı oluyor. Öyle ki ajansa düşmemiş olan haberler bile bir anda ilk ona girebiliyor. Haberin doğruluğunu anlamak için google'de gezinirken bile bulamadığım çok oluyor. Dolayısı ile, diyebilirimki; gündemi takip ettiğim ilk yer twitter. Bu gün yine haliyle twitterde, tt listesine bakarken Sibel Kekilli adını gördüm. Yeni film falan sandım yazılanları okurken hatunumuzun kendini %10 (nasıl birşeyse) hissettiğini söylemesine tepkiler yağıyordu. Bunu yaparkende nereden biliyorlarsa içinde olduğu porno filmlerden feyz alınıyordu. hatta öyleki porno yıldızı olmasından başlayan %10luk milliyetçilik çizgileri çizen insanların kalabalıklığı cidden göz yormakla kalmayıp beynin içine eden bir haldeydi.

Şimdi efendim bu kızımız porno filmlerde yer almış. İyi güzel sen bundan haberdar olup o kadar eleştiriyorsan, bu filmleri seyrediyor olmuş olma ihtimalin çok yüksek. Ha seyretmediysen ne halt etmeye elalemin gazına gelip tozu dumana yarış ettiriyorsun? daha öncede dediğime geliyoruz; Babam ananı keranede görmüş. Ulan o kadar namuslu da baban, ne işi var keranede? hadi gitti madem pek namuslu ne diye sana söylemiş. Hani dedikodu dinen iyi olmayan bir eylemdi. Nerede kaldı senin dini bütün kulluğun???

Bu kız, %10 Türk hissediyormuş. Bu veriye nasıl ulaşılıyor bilmiyorum. Buna rağmen bire vatan sever insan, ne bekliyorsun? Bu kız Türkiye'de yaşamamış, doğru düzgün Türkçe bile bilmeyen bir insan. Ayrıca zannımca iğrenç bir oyuncu. Bu kız kendini ne hissedecek? ne kadar dangalak düşüncelerle dilini gark eyliyorsun.

Bana göre bu gün twitter'de yazılanlar, geçenlerde Buse Terim'e yazılanlardan farklı değildi. Her ikiside aynı mantığın, aynı zihniyetin ürünüydü. zavallılık, kendini bilmezlik, hataya (ki ortadaki hatanın ne olduğuda tartışılır) hata ile karşılık vermekti. Bu sebeple;
"sibel kekilli'yi bu gün konuşanlar freud'a sapık doktor diyen beyinleri üreme organlarına saplanmış bilinçaltı fışkırtmalarıdır"
yazdım. Yazmamla birlikte ortalığın coşması bir oldu. Hayır anlamadığım mail adresimin nasıl bulunduğu zira namus abidesi, dindar milliyetçi arkadaşlarımız arsında beni şeytandan korumakla kendilerini ilahi seviyeye yüceltme çabasındaki klavye mücahitleri arasında mail atan iki kişi olmuş. Halen daha nasıl mail atmayı başarabildiklerini çözebilmiş değilim. muhtemelen bloğun adını görüp buradan yazmışlardır. Anlamıyorum bu işlerden artık neyse ne!!! Erkek oldukları her hallerinden belli bu vatandaşlardan biri üzerine pek alınmış olacak ki saymış sayıştırmış. hatta o zat twitter'den da yazmıştı. profiline baktığımda dün said nursi ve islam ile ilgili bir sürü paylaşımı olduğunu gördüm arkadaşımızın pardon pardon milliyetçi dindar mücahitimizin avatarı da türk bayrağı ile şenlendirilmiş, yazıları zaten buna binaen pek milliyetçi ve dini motiflerle süslenmiş. uslubunu söylemeye gerek bile yok! Bu zavallı yaratık seyrettiği pornolardan masturbasyonla nasibini aldığından, başladı kendine yakışır vaziyette şudur budur tümcelerine ne yapam yani kendisine ütopyalarında başarılar dileyip güle güle dedim. Zira kendisinin ihtiyaçlarını karşılaması için memleketin doktorları bir araya gelse tedavi edemeyeceği bir gerçek.



E gelde şimdi böyle dinden imandan ödün vermeyenlerin, milletten bayraktan kahramanlıklarından dem vuranların, sabahtan beri kekilli ve benzeri konulara ağızları salyalı salyalı yazdıklarını mercek altına alıp ulan zavallılar abazalığınızı halen daha saklıyor musunuz? diye sorma!

Valla bu abaza riyakar takımı sadece kendilerini kandırıyor. işte bu sebeple abaza riyakarların topuna birden masturbasyonel ütopyalarında mutluluklar diliyorum

20 Mart 2012 Salı

Seksenler Merdaneli Makine ve Doksanların Sonu

Şimdi efendim malum nostalji olsun diye selsenler dizisinin çekilmeye başladığını duyduğumdan beri heyecanla bekliyorum. Bir süre seyredemedim. Kraliyet ailesini de Seksenleri de seyretmek bir türlü nasip olmadı zira zıkkımın dibini yiyesice uydu cancağızım kanalları çekmedi. Okan'ı nette seyredemdedim bahtsız bedevinin dillere destan süper ötesi şansı ile yüzyüze kaldım. Mübarek beni bekler gibi nette bir türlü sağlıklı yayın olmadı seyredemedim. İtiraf edeym hasetimden de çatladım o dönemde.
Neyse efendim konumuz emelb. ve televizyon çilesi değil kısmetse o gevezeliği başka bir gün yaparız. Az evvel Seksenler'de merdaneli çamaşır makinesi klasi yaşandı bende de anılar canlandı.

merdaneli çamaşır makinesi. Hatunun mutluluğuna İnanma!
Bizim eve ne zaman bu merdaneli çamaşır makinesi girdi bilmiyorum. Amma velakin herbişeyini hatırlıyorum. Mahallede her hafta mutlaka el, kol, saç gibi organların merdaneye takıldığı bilmem ne olduğu gibi efsaneler dolaşırdı. Mubarek ne merdaneyse Bebek Çaki'nin kaşsız-gözsüz bebek olmayan haliydi sanki. yani öyle ki banyolarımızda seri katil besliyor gibiydik. İnanılmaz korkardım o sebeple bu aletten. Zaten ömür hayatımda bir, düdüklü tencereden bir de bu merdaneli makinalardan korktum. Hatta halen daha da korkarım. Pek çok açıdan eleştirdiğim eksikler var dediğim Seksenler'de az önce çamaşır makinesi sahnesinin hatırlattıklarına gelince;

Hiç unutmam 8 yaşlarındayım yaşıtım bir kız arkadaşım kolunu kağtırmıştı zaten incecik olan kolu, çatırt diye çatlamıştı. Komşumuz parmaklarını çıkarmayı başarmış, bir başkası bir güzel saçlarını yoldurmuştu. Bu tür kazaların hiç biri bizim evde yaşanmadı amma velakin benzer efsanelerden ötürü makinenin merdanesine çamaşır konurken taaaa iki metre uzakta merdanenin çamaşırı kapması sağlandı. Hatta bu konuda bence türkiye rekorları bizim evdedir. Öyleki bir zaman sonra bu merdane bozuldu. Ne hikmetse annem hiç bozuk bunu tamir ettirmeli gibi kelamlarda bulunmadı. Sonraları makine tamamen kullanım dışı olduğunda yeni makine almak farz olmuştu, o dönemde de tam otomatik çamaşır makinesi denen şeyler pek sükseli olurdu. Br tartışmadır, bir araştırmadır başladı: Yok efendim yemek yapmak, alışverişe gitmek bu yeni makinelerle çok rahat oluyormuş, "üstün alman teknolojisi" "calgon" reklamlarındaki gibi rahat oluyormuş oymuş buymuş... Gel görki gelenekten ayrılması hayli zaman alan anacağızım inat etti yine o merdaneliyi aldı. Ama bil bakalım ne oldu? o makinenin merdanesi çalıştırılmadı. Bahanesi "ben şimdi böyle alıştım gerek yok hem pek iyi sıkmıyor gibi" yallllaaaaannnn yeminle yalllaaannn Çünkü bende benzer yalanlar söylerdim. Farz-ı misal: elektrik çarpıyor gibi... Biz efsanelerden yana payımızı alıp büyük bir tırsma moduna girmiştik. Neyse efendim seneler geçti artık otomatik makine kullanmayan ev kalmadı. Ama bizde halen daha merdanesizmerdaneli makine. ne oyunlar oynuyorum anlatamam yeni makine alınsın diye. Bir gün orta okuldayım müdür yardımcısı geldi çamaşır makinesi olanlar parmak kaldırsın dedi uyuzluğuna bende parmak kaldırdım. Perdeleri verdi götürdüm eve dedim böyle böyle verdiler sıra bendeydi yıkanmalı. Otomatik makinesi olanlar ne rahat. Yalan söyledim anlayacağın. Emme halen daha alınmadı zaten kısa süre sonra bababmin rahatsızlığı, işten ayrılma şu bu derken alışverişe zaman yoktu. Böylece taaaaa ne vakit alacağımız makineyi taaaaaa 1999 yılında rahmetli kuzenimin askere gittiği gün aldık. Ama beni görme normalde tırsaklığımdan odadan odaya geçemeyen ben bir anda evde ne var ne yoksa akşam abim otobüse bindikten sonra yıkamaya başladım paso tek başıma gidip makineye bakmalar falan allahım görsen gülmekten altına işersin! o derece komik bi görgüsüzlük hali mazhar olmuş.

Şimdi ben bunu anlatınca adamcağızımda başladı çocukluk hikayesini anlatmaya; Bunlarda pek çok çocuk gibi makinene ile güç savaşı yapanlardanmış. anneciği makinenin başında değilken çamaşırı merdaneye verip zorla çekmeye çalışır, merdane dönerken onu tutarak durdurmaya çalışırlarmış falan. benzer oyunlar bizde de çok meşhurdu emme ben hiç yapamadım ühü ühü ühü. Zaten şu hayatta en haylaz olmam gereken zamanlarda hiç haylaz olamadım ya ona yanarım. Bu konuda babamın çabalarını hiçe saymak olmaz. Zira sürekli akıllı evlatlarım, şuevlatlarım bu evlatlarım diye seslendiği ve de elaleme bu şekilde anlattığı için haliyle o role uygun hareket ettim. ne malmışım ben ya!

Bu arada günün haberi bu akşam hatta bir kaç dakika sonra Muhabbet Kralı'nda Seksenler var. bence kaçırma. bak çaktırmıyorum farkında mısın bilmem ama ilk kez programın adını yazdım Okan demedim. üfff tamam be twitter'den kopya çektim

Anason Kokarken Sofram

Ve bu yüzden Zakkum'un söylediği Anason şarkısına bu kadar bağlanmam ben demem.

Benim çocukluğumun geçtiği yer, İstanbul'un küçük ve geri kalmış bir balıkçı köyüydü. Yer yer bataklık olan yerlerini hatırlıyorum. Sazlıklar, gelincik tarlaları, büyük ve küçükbaş hayvanlarda vardı. Hiç hayvanımız olmadı tavuk ve horoz hariç ama inek koyun keçi gibi hayvaların bakımından az çok anlarım bu sebeple. Hastaneye gitmek için Göztepe'ye alışveriş için Pendik yahut Salı Pazarı'na gidilirdi. Tren vazgeçilmez bir zaruriyet aracıydı. Anneler bebeklerini bebe arabasında gezdirirken dikkatli olmak zorundaydı zira tekerlekler her an çamura batabilirdi. Ayakkabılarımız kendini gösterirdi çamurdan nasibini almış halde. Herkes birbirini tanırdı, öyle kapı kilitlemek bir yana dursun kapı doğru düzgün kapalı bile olmazdı. envai çeşit meyve ağaçları vardı. İnsanların bir bölümü kendi köylerinden bu köye göç edip geldikleri köyün geleneklerini de yanında getirmiş olsa da şimdi ki kadar çok fark edilmezdi Erzincanlılar, Samsunlar, Tokatlılar mahallesi gibi mahalleler olduğunu hatırlıyorum. Köyümüzün asıl yerlileri nüfus mübadelesi ile Selanik'ten göçmek durumunda kalmış olanlardı. Onlar, balıkçılık yapardı. çoğunun arazisi olduğu için zamanla müteahhitlere yenik düştüler ayrı mesele. Öyle güzeldi herkesin birbirini tanıması kokrmak-kaybolmak gibi kavramları bilmezdik. Ha evet korkmak kavramı vardı zira kızlar erkek arkadaş mevzusunda biraz daha dikkatli davranmak durumunda olurdu çünkü.

O dönemlerden en çok yaz gelince ağaçlardan meyve aşırma operasyonlarımızı heyecanlı bulurum. bir de inşaattan kuma atlama yarışlarını. O kadar bögürtlen varken biz inatla elalemin ağacını yolardık. bu da ayrı bir heyecan ve açlık tabii.

İlk kez o yıllarda öğrendim hatta içine doğdum anason kokusunu...
Balıkçı köyü olunca apayrı kokular öyle her yerde her zaman karşılaşmayacağınız samimi ve insanın zihnine yerleşen kokularla büyümek farklı olmuyor. Sahil boyu balık kokusu ile rakı kokusu nasıl yarışırdı? pazarlarımıza bile girerdi bu anason yoğunluğu. muhabbetler, dinlenen müzikler, gülüşmeler ve hüzünler hep anason kokulu olurdu. Sofralar ayrı güzel döşenirdi. istediğin sofraya otururdun. Ayıplar ve günahlar farklı terazilerde tartılıyor gibiydi. Kadın kısmı da konuşurdu bu sofralarda, kız kısmının okuması da pek mahbul sayılırdı. Muhabbetin beli öyle bir kırılırdı ki sanırsın bir daha toparlanmayacak. hele kavgalar tartışmalar çok komik olurdu. İlk başta tırsardınız çocuksanız kavgaya tanık olan ama sonra kıkır kıkıe gülerdiniz. Hayır bilirdiniz ki sesiniz duyulursa size de sataşacak biri çıkar. Ayaklargenelde çıplak olurdu, ne giydiğinizin önemi yoktu. Bizbize bir birliktelik, bizbize bir mutluluk olurdu. Sofrada rakı varsa herkes dolabından bulduğunu getirebilirdi. PĞaylaşmak güzel şeydi ve birileri oldu ki dolabından birşey gtirmedi bu kişi cimri demek değildi. Çaktırmadan dolabı da doldurulurdu elbet.

İşte kuzucuk bu sebeple sana anason demeyi uygun görüyorum. Biraz samimiyet, biraz hüzün ve sevinç, biraz geçmiş, biraz gelecek, çocukluğum ve yetişkinliğim onlar ve onlarda ki ben-ben ve bende ki onlar için bir iç hesaplaşma olduğunu say hepsini rahat rahat dökmek için hem biliyor musun heybemde daha çok anlatacak var. kızgınlıklarım, kırgınlıklarım sen ben ve diğerleri. Belkide bu riyakarlık takıntım o günlerin armağanı. yani o günleri bu günlere adapte edemeyişim, uyum sağlayamayışım. burada Piaget amcam ne diyorsa o aslında.

veee bu yüzden Zakkum'un söylediği Anason şarkısına bu kadar bağlanmam ben demem. İyi dinlemeler.

17 Mart 2012 Cumartesi

Diskoda Türk Sanat Müziği

benzemez kimse sana tavrına hayran olayın.... sadri alışık'ı hatırlatıyor daima
Çocuktum... Nasılda ağlamıştım öldüğünü ilk duyduğumda. çocuktum utanırdım ağladığımın bilinmesinden. Bu günlerimde doya doya anıra anıra ağlayın, acınızı istediğiniz gibi yaşama hakkınız var sonuna kadar kullanın naraları atıyorsam birazda bundandır sebep...

Çocuktum inanırdım herbişeye allah kavramı muhtemelen oturmamıştı. güçlü derlerdi ya hakikaten insan gücü sanırdım. O istediğini yapar-yaratır derlerdi ya hep insani vasıflar yüklerdim. gecenin bir yarısıydı herkesin uyuduğundan emindim. yattığım yerde ilk kez öcülerden korkmadan yorganı yüzümü örtecek şekilde kapamamıştım tüm bedenime. Anıra anıra ağlıyordum. Kulaklarımın içine kadar kafamın her bir yanı, boynum, yastık-yorgan gözyaşı olmuştu.  Hatırlıyorum çocuktum. Çocuktum ve anırmam devam ediyordu. Öcüler yoktu o akşam yatağımda. Benimle dalga geçen hayaletler halime bakıyordu herkes, herşey suskundu-hüzünlüydü ve zararsızdı. Gece benim gecemdi. Gece hüzünbaz cins bir geceydi. Yalnızlığımla korkusuzca yas tutuyordum.

Çocuktum... Ağlıyordum. Öyle böyle değil şehrin tüm kötüleri gitmişti. Bir tek Turist Ömer vardı. Hayaleti bana selam veriyordu. Gelebilirim çağır-dua et çocuksun diyordu. Boğuluyordum geberiyordum. Ulan diyordum ulan hep "ofsayt" olduk be! ofsaytı ilk Turist Ömer'den duydumdu. kulaklarımda çınlıyordu. Yine yemişti kazığı gönlünden yana. Salaş bir meyhanede dost" dediği, "dost" bildiği, dost,düşman, büyük, küçük kim varsa hepsinin bakışı altında elinde canını yediğimin anason kokulu rakısı-musikiye eşlik ederek hüzünbaz bir meşk halindeydi. Canını sevdiğimin güzel insanı...

Ben babamla teyzemin plaklarından ziyade ve her hafta sonu TRT'de seyrettiğimiz konserlerin (ki çok sıkılırım aslında onlardan) aksine bu güzelim filmlerden sevmiştim Türk Sanat Müziğini.

Çocuktum yatağımdaydım. Öcüler, hayaletler, kötü adamlar zararsızdı. Korkusuzluğumdan geberiyordum. Ağlıyordum boğula boğula ağlıyordum. İlk kez o gün yalvardım allah'a ilk kez o gün zihnimde ki öğretilmişlerin insan vasfı olduğunu dillendirdim bilmeden. yalvardım, yakardım nasıl dua ettim. "canım allahım sen çok büyüksün, sen her istediğini yaparsın, sen duaları kabul edersin ne olur Sadri Alışık gömülmeden onu canlandır. Sabah olunca onu göreyim televizyonda sana söz veriyorum allahım bir daha kötü şeyler düşünmeyeceğim. Ne olur onu canlandır ne olur gömülmeden onu canlandır. Yaşasın allahım ölmesin canlandır allahım.
canlannndır
canlanndır
canlan
can
can
alllaaaahhhhıımmmm

Nasıl bir geceydi devamı nasıl bir gündü. Benim için o günden sonra hep hüzünbaz bir bakış, hep öğrendiklerimin aksine iyilerin kazanmayacağı sadece kalbi buruk kazanmış gibi yapacakları "zaman ayraçları" olacaktı. samimi insanlar anason koklayacak, salaş meyhaneler bize çalacak en güzel şarkıları biz içecek içtikçe güzelleştiğimizi iddia edip ruhumuzla sevişecektik. aslolan gönül güzelliği olacak kaybettiğimizi şehrin göbeğinde ıslak bir gecede bağıracaktık o kadar bağırmamıza rağmen duyanda sadece biz olacaktık.

Ulan anasını satacaktık be şu kahpeliğimizin. İyiler olacaktı işte kimi gün hicaz, kiminde kürdi, ne bileyim kiminde de nihavent... halt edecekti sevdalılar ve kötü adamlar eninde sonunda iyinin ayaklarının dibine yatıverecekti. dünya pek bi güzel olacaktı. gözleri buğulu buğulu, kalbi kırık hem de küskün adamın yanıbaşında. "Benzemez kimse sana" diyecekti biri, bir başkası biz heybeli'de her gece.... bu böyle devam edecekti...

Olmadı olamadı. Hüzünbaz canımıniçi adam gitti. Dua kabul olmadı. Çocuktum. Çocuk boynu bükük gecenin bir yarısı kaldı bi başına o güzelim gözlere bakarak. Sonra ne kayıplar oldu. neler gitti yaşama nelerle tanıştı yaşam.

Diskoda Türk Snat Müziği var bu gece. bu gece alır götürür bizi bu gece öyle bir gecedir ki, ne yapsan garipsindir. Şaşkın acemi, anason kokulu, biraz maşuk biraz aşık. Hayalin vardır ruhun kırılgandır. bu gece küfür yoktur. ıslaktır bu gece ve kapkara. Vefa vardır, dostluk beli kırılmış iki güzelim samimi muhabbet vardır bu gece. Dünya kendi güzelliğinde dönüyor bu gece (bu yazı bitmez ama bitmek zorunda ara ara seyredebildiğim şu canını yediğim programın hakkını vermek vakti geçer aksi halde)

Not: bu yazı var ya bu yazı..............

Aynasız Kadın

oha!
bu oha kendime hem de en okkalı oha hangisiyse o ohadan kendime bir adet armağan ediyorum.

Aynalarla aram iyi değildir öyle durup durup saçıma yüzüme gözüme bakmam kıyafet nasıl durmuş pek ilgilenmem aynayı bir tek dişlerim için kullandığım zamanları hatırlarım. Sonra dişlerimde ki sigara-çay ve kahve lekeleri kısmen geçince kestim ayna olan ilişkimi.  Ayna o kadar yoktur o kadar hiçtir ki yaşamımda silmeyi bile unuturum. Hani bazen takıntılar oluşur ya insanda bende de zaman zaman temizlik takıntısı oluşur. öyle ki her gün tüm cam ve kapıları dahi silerim böyle günlerde ve şaşılacak derece pozitif, enerjik, mutlu olurum o dönemlerimde. İşte o dönemlerde bile evin duvarından farklı bir muamma görmez aynalar benden. nasıl mı? şöyle; lavaboyu silerim hemen tepesinde ki aynayı unuturum çünkü görmem o aynayı duvardır benim için o, ya da diğer aynaları hiç fark etmedim. bu sebeple olsa gerek gardroplarda ayna olmasına sinir olurum. ama bir tek gardropta ki o koca aynaları silerim zira boylu boyunca oldukları için benim gibi yarı kör denebilecek biri bile o zıkkım varlıkları görüyor.

Bir dönem bi pubda çalışıyorum. bi bayram günü mutfaktayız daha öğle saatleri falan akşama tüm masalar dolu olacak rezerve bile kabul edemiyoruz patron geldi "son günlerde tuvaletler çok temiz bunu yapana teşekkür ederim ama aynaları da silelim lütfen" dedi yahu o tuvaletleri kaç gündür ben siliyorum mubarek bit kadar havalandırma kapağını bile çamaşır suyunda bekletmişim milletin asıl gözünün önündekini görmemişim. utanarak özür diledim. hayır utanmamın ana sebebi yarım iş yapmam değildi. Asıl utandığım böyle yerin dibine girem dediğim kadın olduğum halde o zıkkım aynayı daha doğrusu aynaları fark etmemiş oluşumdu. Yani bu kadar yakından ilgiliyim aynalarla...

Ya bazen düşünüyorum bende çokları gibi mağaza vitrinlerini bile ayna olarak kullanan hani böyle yanından geçerken bazen çaktırmadan orasına burasına bakan veya ulu orta açıkça ayna olarak kullandığı vitrin camına yapışan kadınlardan olmayı ister miydim bilmiyorum. herşeyi her yeri ayna olarak kullanmak inanılmaz bir vakit kaybı gibi geliyor.... Geliyor gelmesine de anlaşılan odur ki, ben bu ayna olayını salakça bir biçimde abartıyorum. acilen aynaya bakmayı öğrenmem gerektiğini düşünmeye başladım.

İki hafta oluyor kaşlarımı aldıralı. Genelde kadınlar kaşları alınırken dakka başı kafasını kaldırır aynaya bakar kaşını alan kişiye iş öğretir, isteklerini belirtir. hiç böyle takıntırlarım yoktur. Yeter ki bir an önce insana döneyim defolup gideyim o kuaförden. İki hafta öncede böyle bir sebeple kuaföre gittim acı gerçekle biraz önce karşılaştım. şems twitter'de bana seni görmek ne güzeldir bilir misin yazmış. o sıra hatırıma geldi ben aynaya falan bakmam dedim. kaç gündürde aklımdaydı kaşımdabir tuhaflık hissediyordum. Haklıymışım kaşımın biri cidden diğerinden pek bi ince oluş nasıl olmuş anlamadım. Hayır bir iki kişi haricinde kaşların incelmiş diyende olmadı. Peki bunlar niçin kaşın incelmiş değilde kaşların incelmiş dedi?

kadın milleti işte!

16 Mart 2012 Cuma

Salya Sümük Düşündüren

Ağlıyorum ya! ağlıyorum öyle böyle değil cidden ağlıyorum. Ulan ne oldu bana bu nasıl yaşlılık yaş 30 olunca mallık mı ucuzluyor? bilmem kaç yıl önce dayı da dayı herkeste bi dayıdır gidiyordu. ezel de ezel herkeste bir ezeldir gidiyordu. bu iki yegane insan bir dizinin karekterleriydi. Televizyonda ki pek çok işi olduğu gibi bu diziyi de geç fark edenlerdenim. Üç günde 61 bölüm dinlemeyi başardıp son 10 bölüme girdiğimi belirtmeden geçemeyeceğim. Diziyle tanışma öykümün baş aktörü tabiki adamcağızım. Geçen gün açtı youtube'de bi açtı bir yandan bilgisayarında çalışıyor bir yandan ezel'i dinliyor e haliyle aynı odanın içinde olduğumuzdan bende nasibimi alıyorum. Buraya kadar her neysesi işin.

Rahmetli babaanneme gıcık olurdum bir yandan seyrederdi filmleri bir yandan dakötü adamlara-kötü kadınlara verip veriştirirdi. Tabii bu arada bize de ikide bir "bu kiminki, bu nereye gidiyor, bu oğlu olduğunu biliyor mu vb" gibi sorularını bizzat bize yöneltmekten de çekinmezdi. Hani sanırdımki bir tek babaannem böyle... Yahu sen ne seyrediyorsan bende onu seyrediyorum sen ne biliyorsan ben de onu biliyorum şimdi durup dururken filmle ilgili senden farkjlı bir şey bildiğimi nasıl düşünürsün ey güzel insan?!!! diyesim gelirdi de ses edemezdim. Meğer yanılmışım çok acı bir tecrübe oldu bunu anlamak ama hiçde güç olmadı. Eskiden her evde televizyon yoktu dizi seyretmeye falan komşular bir eve gelir seyrederdi eve gelen komşular kadınlardan da aynı muameleyi gördüm, yengemden annemden ve diğerlerinden ulan herkes mi insanın hayallerine, şöyle rahat bi televizyon seyretmesine karşı olduğunu böyle acımasızca eylemlerle bildirir arkadaş?

14 Mart 2012 Çarşamba

Bu Ne Yaman Çelişki Anne-Black Mirror (Anlam(sızlık) Ve Ötesi)

Tamam kabul ediyorum başlık aslında ruh hastasının güncesi kıvamında yazılıp kavramların kavramsızlaştırılmasını çorba yapmayı deneyen acemi ve hevesli aşçıya ait... (en azından böyle de düşünülebilir)= ufff tamam kabul bir şizofrenlik bir çeşit yenilmişlik var. Anlamıyorum sanma sadete hızlanma turlarını beklemeye başladığının farkındayım:

Ettiğimiz küfürlere dikkar ettin mi hiç? Peki anatomi dersi aldın mı? Ya, en azından ilkokula gittin. Fen bilgisi dersi almış oluyorsun bu durumda ve sistemleri az- çok, kıvamlı-kıvamsız hatırlarsın. Heh işte boşaltım ve üreme sistemini duydun. Hoş şimdi ben sana üreme sistemi diyince sen sınıfta ki kıpırdaşmaları,kıkırdayışları,  pembeleşmiş suratları falan hatırlarsın. İyi hadi hatırladın ya sorayım hiç düşündün mü neden pembeleşirdi suratlar yahut niçin o pis kıkırdayışlar olurdu (ki ne hikmetse bence öğretmenlerde diğer derslerde olduğu gibi bir tavırla anlatmazdı bu üreme sistemini. Bi düşün anlayacaksın ne demek istediğimi)

Biliyorum biliyorum kesinlikle küfürleri sevmezsin. Biliyor musun ben sanatta küfrü çok ama çok seviyorum gel gör ki yaşamda küfreden biri değilim hatta işittiğimde bile bi tuhaf olurum, garipserim. Bunun nedeninin bilinçaltı olduğunu söyleyen bir kaç kişi olmuştur yaşamımda. Peki küfürlere dikkat ettin mi sen hiç? Beni soracak olursan; küfürlerimiz, ya boşaltım sistemimizle ilgili oluyor ya da üreme sistemimizle.(böylece sistemleri uzatma sebebimi anlamış oluyorsun) Hayır ne alıp veremediğimiz var bu garibim iki sistemle ilgili onu anlayabilmiş değilim. Zavallı bu iki sistem olmasa ne olurdu düşünsene. birincisi zaten var olmazdık. İkincisi hadi bir şey oldu var olanlar çıktı onlarda patlayıp ölüverirdi. İnan bana bu iki sistemle üretilmiş küfürler haksızlık, saygısızlık ve beyin özürlülük gibi geliyor. Ve maalesef hepimiz bu zavallılığın içindeyiz. En çok küfredenlerin kadınlar olduğu söylenir. Kadınların söylediği  küfürlerden bana en komik geleni hiç tartışmasız "amına koyayım", sikeyim vb. ulan mal bi halt ediyorsun artık ne sebeple (dikkat çekmek, farklı görünmek, işite işite kanıksamak vb) olursa olsun anladık da bari az şu beynini kullanarak yap bu işi. Allasen, sen yanında vibratör falan mı taşıyorsun ne yapıyorsun? bu işin raconunu bize de söylesen bizde seni ulan bu kadın görünümlü erkek diye nitelemesek, yahut yanında bir takım icatlar var sanmasak hatta bence daha da acısı ki bunu en çok ben düşünürüm: BEYİNSİZ olup ezbere küfür savurduğun hissine kapılıp seni de geri zekalılar kategorisine alıp yaşamımızdan defetmesek ne olur?

Her an her yerde herkes küfreder. Bilmem kimin bilmem neresine kor, bilmem kimi bilmem ne yapar, ağzına bilmem ne eder, vs vs vs... Aslına bakarsan bunlar bi halt edemeyen beceriksiz takımıdır. tek bi halt ederler onu bizzat beyninizde gerçekleştirirler.  Montaigne, tarlaya sarımsak ekerken utanmıyorsunuz insan ekerken utanıyorsunuz demiş Denemeler'inde... diğerlerinin görmediğinden utanarak görmemesini, işitmemesini, hissetmemesini sağlamak ve nihayetinde tüm bunların aksine hem kanalizasyonlar patlıyor boşaltım sisteminizden çıkanlar görünüyor, hem de çocuğunuz dünyaya geliyor size tebrikler yağıyor. Yahu bu nasıl çelişki anne! diyesim geliyor. Ve sen bu sakındıklarından envai çeşit küfür üretiyorsun sen söyleyince iyi, başkası söyleyince kötü oluyor. Oh ne ala memleket!!! ilk okuldayken arkadaşının hoşuna gitmeyen bir iş yaptığında, küfür ettiğinde ne bileyim kavgaya falan karıştığında ispiyoncu sınıf arkadaşları hemen "Hiiiiii seni örtmene diiiccceeeeemmmm" diyip seni ispiyonlama ve sana gözdağı verme operasyonuna girişir. Onlara o zamanlar aklımıza gelmeyen bir şey var: ulan sen ne kadar malsın. Sen önce git öğretmen demeyi öğren.  Hem  ispiyoncu, hem taklidi konuşma yapan biri muhatabım olamaz onun ispiyonuyla bana kaşını çatan öğretmende nazarımda onun girdiği deliğe girer (nokta). Hayır sen madem iyi aile çocuğusun nereden biliyorsun onun kötü bir manası olduğunu? anam babanı keranede görmüş hikayesine dönüyor bu iş!!!(bu arada o kadınları severim ayrıca belirteyim fahişelerden daha dürüstünü görmedim)

11 Mart 2012 Pazar

Sen Riyakar Seyirci Ben Hırsız

Seninle Evlenir miyim?

Bilmem kaç hafta öncesinde başlayıp son üç haftadır inatla biletini satmaya çalıştığımız oyunun adı.

Sinop'ta bir tiyatro salonu yok hoş, esasında gerçek mana da profesyonel manada bu işi yapanda yok. Sinop'ta sinema da yok. Buraya ilk geldiğimde 20-30 kişilik bir sinema salonu olduğunu vizyondan çoktan kalkmış olan filmlerden birinin gösterildiğini söyleyenler olmuştu ancak Kurtlar Vadisi ile Said Nursi'nin hayatını anlatan iki film haricinde başka film afişi görmedim bir yıl içinde...

Hal böyleyken zaman zaman dernek, sendika gibi kurumlar tiyatro getirmeye kalkışıyor taa Ankara'dan veya İstanbul'dan. Gel gör ki bilet satana kadar türlü dereden türlü su getiriyorsun.

Buraya ilk geldiğimde insaların üzüntüyle belirttikleri konuydu sinema salonu ile tiyatro salonu olmayışı.  Pek kültür abidesi halkım nasıl anlatıyor derdini neler söylüyor duysan hayrına google amcanla konuşur haçan buralara şöyle en güzelinden bir kültür salonu yaptırırdın. O derece hani! Olay aslında tam Aziz Nesinlik... Geçen yıl berektliydi. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği bir kaç tane oyun getirdi. Bir arkadaşla beraber biz de pek uyanığız ya insanlara koltuk gösterme bahanesiyle kendimize görev uydurup ücretsiz oyunları gördük. Yanlış hatırlamıyorsam bir kere de Eğitim-Sen bir oyun getirmişti yine aynı metodla oyunu gördük. öyle ileri gitmişiz ki şimdi Halk Eğitim'de hangi etkinliğin afişleri asılsa bize soruyorlar. Bu yıl oyun falan olmadı. Salı günü kısmetse Seninle Evlenirmiyim ile sezonu açıyoruz. Bir kitabevi bu kez organizasyonu düzenleyen, Düşünenler Kitabevi... Kendilerine inatla teşekkür ediyorum. Ne zamandır bilet satmaya çalışıyor ve şu ana kadar pek sanatsever halkımız arasından 70 kişi çıkmış bileti alan.

Geçen hafta Okan, Metin Uca ve Nedim Şaban'ı konuk etti programa. nasıl heyecanla bekledim. Araya Ece Vahapoğlu'da girdi. Pek hatırlamıyorum sanırım Vahapoğlu bir kitap çıkarmış konusu sağlıklı yaşam olan ondan ve bir beyden bahsettiler. Programın bu bölümüyle ilgili tek hatırladığım bu. Son konuk Nedim Şaban'dı o akşam. Her zaman ki Nedim Şaban işte! İlgilisinden gayrısının pek seyretmeyi planlayacağı türden olmayan bir olağanlıkla program devam ediyordu. Bence gayette zevkliydi. Hele hele Onca Yoksulluk Varken adlı oyunu güzel güzel anlatırken heyecan doruk yapıyordu. İlk duyduğumdan beri konusu beni benden alan oyun, bir nevi, tabir-i caizse amme hizmeti niteliğinde ekşi sözlük yazarlarına ücretsiz perdelerini açmış, geçenlerde de blog yazarlarına aynı güzelliği yapmıştır (ki bence bu devirde böyle bir eylem tiyatronun aşkla yapılan bir iş olduğunun göstergelerindendir) Program böyle tadından yenmez halde devam ederken Balıkesir'den bir bayan aradı. Aynı bizim Sinop gibi yakınmaya başladı vay oyun yokmuş, vay gelmiyormuş, vay o vay bu... Hani hatunumuzu duysan acır bu sanatsever toplum adına, başta balıkesir olmak üzere yurdumun dört bir yanını kültür merkezleriyle donatırsın. Tabii sonra çoookkk pişman olursun ayrı konu. Zira boş teneke ses çıkarır deyişini bizzat acı bir halde yaşamış ve de öğrenmiş olursun. Tıpkı bizim Sinop hüsranına dönüşür. Yaaa o kadın konuşuyor ya, yemin ederim nasıl debeleniyorum. Hazır bir riyakar daha bulmuşum ve buna insanların karşısında bağıra bağıra kusayım diyorum gel gör telefon arama yapmıyor. Sigara üstüne sigara yakıyorum. Sinirden geberiyorum. Çünkü insanları aptal yerine koyan yalancı riyakarlara dayanamıyorum. İşte böyle anlarda da gecenin diğer süper konuğu Metin Uca gibilere aşık oluveriyorum. Zira böyleleri, hem çok güzel böyle bağıra bağıra küfür ediyor, hem de kimse fark etmiyor!!!